Zihnimizdeki tek adam
Beynimizdeki küçük bir odada, minik bir koltukta bir adamcık oturur. Minik olduğuna bakmayın, hayatın neredeyse her alanını kaplar ve canımıza okur!
Zihnimizdeki minik koltukta oturan bu küçük adam otoriter, tutucu, eski kafalıdır. Huysuzdur ve hır çıkarmak için fırsat kollar. Geçmişten gelen tüm kültür kodlarımızın toplamından meydana gelir. İlk tapınma adetlerimizden, kabile ve klan halinde yaşanan dönemlerden tek tanrılı dinlerin doğuşuna, oradan da günümüze kadar gelir. İlk hali kabile reisi ya da topluluğun kutsal saydığı aşkın ruh taşıyan hayvan imgesidir. Zaman içinde değişir, han olur, padişah olur, her dönemde önemli kişi ne ise onun şekline bürünür.
Türk toplumu patriyarkal (pederşahi) bir topluluktur. Erkek soylu, erkek egemen olmanın getirdiği kültürel yapı seçilen lideri “baba” laştırır, onun iktidarını koşulsuz kabullenir. Baba’yı da yarı tanrılaştırır. Bu durum dile de yansır. Çocuklara Allah’ı anlatırken “Allah baba” diyen aileler olduğu gibi, parti liderlerine “kurtar bizi baba” diye yakınanlar çıkmıştır.
Kimdir her yere bulaşan bu “baba”?
Freud’a göre erkek çocuğun rakip gördüğü adam, kız çocuğun annesinden kıskandığı figürdür. Türk aile yapısında mutlak iktidar ve irade sahibidir. Dedikleri ve yaptıkları sorgulanmaya açık değildir, eleştirilemez. Ergenliğe girenler için bu otorite parçalansa da zihnin içinde tekrar kendini göstereceği günü küçük koltuğunda oturarak bekler. Erkek çocuk için çoğunlukla örnek olur. Erkek çocuk onun gibi evlenmeye ve aileyi idare etmeye çalışır. Kız çocuk için çoğunlukla eş modelidir. Müstakbel damat adayında babanın özellikleri (farkında olunmasa da) aranır.
En büyük düşmanı eleştiri ve itiraz kültürüdür. Eleştiri başladığında zayıf tarafları, hataları, zaafları ortaya konur. İtiraz ise tek adam/baba tarafından direkt “hasımlık, düşmanlık” olarak algılanır. Hatta Freud bu durumu kastrasyon (erkek çocuğun penisinin baba tarafından kesilmesi) noktasına kadar götürür. Tek adama/babaya göre itiraz rekabete açılan kapıdır ve hızla kapatılmalıdır.
Hayatın her alanına tek adamı baba imgesi gibi, bizzat kendi elimizle yerleştirir, sonra da yakınırız. Aklınıza gelen tün sivil toplum örgütlerinde (siyasi partiler dâhil) “en demokrat benim” diyenler bile koltuklarından kalkmak istemezler. Onlara muhalefet ederek demokrasiden dem vuranların çoğu da koltuğu ele geçirdiğinde, geçmişte eleştirdiği şeyleri bizzat uygulamaya koyulur, koltuğu bırakmak istemezler. Zaman zaman koltuk sahibi değişir ama zihindeki o tek adam hep yerinde olduğu için yeni sahip eski sahibin kimliğine bürünür.
Yasalarla düzenlenen görev süresi kısıtlamaları pratikte işe yaramaz. Görev süresi dolan, koltuğa emanetçi oturtmaya, sistemi uzaktan idare etmeye çalışır.
Tek adamdan kurtulmanın bir yolu var mı?
Bence zihnimizdeki tek adam orada oturduğu sürece yok. O adamı zihnimizden kovalamak da kolay değil. Âdem’den ya da ilk homo erectus’tan beri orada yaşıyor, kuşaktan kuşağa ufak değişimlerle varlığını sürdürüyor.
Ara sıra onun fısıldadıklarına kulak tıkamak yararlı olabiliyor. Zihin özgürleştikçe tek adamın etkisi azalıyor ama asla sona ermiyor.
O tek adamla yaşamaya devam edeceğiz. Önemli olan onu ne kadar dinlediğimiz. Otoriterliğine, despotluğuna ne kadar izin verdiğimiz.
Tek adam hayatımıza bizim izin verdiğimiz kadar etki ediyor. Onunla ilişkimizin kilit noktası da bu. Ne kadar izin veriyoruz?
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.