Adamda “yok” yok!.. Dr. Arif Ali Albayrak
“Sanat dostluktur... Sanat barıştır... Sanat mutluluktur” diye boşuna söylemiyorum...
İki yıl öncesi idi. Adnan Menderes Üniversitesi’nden Şükrü Kara hocanın on yıldır her yıl yenilediği Wiacamp yani tabiri caizse “Çadırını kapta gel” Kuşadası Güzelçamlı’daki sanat kampına gitmiştim. Yanımda arkadaşlarım olduğu için, bir de resim çalışırken onlar kampın diğer kısmında oldukları için pek yakınlaşmamıştık kendisiyle. Sonraki yıl bu kez Didim Orman Kampı'nda olan çalıştayımızda birlikte olduğum arkadaşım Aynur Kaplan ile tanışık olduğundan sohbet ortamlarımız doğdu. Değerli ve renkli biri, hoş sohbet... Onunla zaman keyifli geçiyor. Kıbrıslı... Çok sempatik, zeki, yaptığı esprilerle çevresi hiç boş kalmıyor. Fıkralar, şakalar olunca da özellikle de kadınlar kuşatıyor... İlerleyen günlerde kampın en aranılan kişisi oldu. Hatta bir ara birisi onu sormuştu da şöyle yanıt almıştı “Kadınlardan oluşan kalabalık bir çember görürseniz ortada kesin O vardır!..”
Evet bu kişi Prof. Dr. Arif Ali Albayrak...
Adamda “yok” yok... Jinekolog, sporcu, romantik şair, ressam, karikatürist, fotoğraf sanatçısı, müzik aleti çalıyor, şarkı-türkü söylüyor... Sanatta da etkin olarak her yıl Kıbrıs’da sanat çalıştayları düzenliyor, sanatçılara sergiler açıyor... Çoook seviliyor...
Onu anlatmaya benim cümlelerim yetersiz. En iyisi sorduğum sorulara yanıtı ile kendi anlatsın bize kendisini:
"Takvimler soğuk bir 21 Ekim sabahını gösteriyordu, pazardı. Yıl 1956. Akdeniz’in ortasında gelinlik bir kız gibi salınan ve tarihin seyir defteri içerisinde hep kan, hep acılar ve gözyaşı görmüş küçücük bir adanın, Kıbrıs’ın Baf kasabasında hayata merhaba dedim. 63 Yıldır da her sabah yine 'merhaba' demekteyim. Bakalım bu hayatla selamlaşma ne kadar daha sürecek? Ve genetik tembihlere uygun olarak babam Ali Arif Albayrak’dan gelen Y kromozom sperm ve annem Hatice Mehmet Sinan’dan gelen X kromozom ovumun buluşması sonucunda erkek bir bebek olarak doğuyorum. Üç bin kişilik küçücük bir deniz kasabasında geçti çocukluk ve gençlik yıllarım. Annem ele avuca sığmaz bir çocuk olduğumu söylerdi hep. Hala daha söylüyor 94 yaşına rağmen. Bir tarafımız deniz, üç tarafımız da 'düşman' bellediğimiz Ortodoks Rumlarla çevriliydi. Kapalı bir hayat yaşadık hep ama çok mutluyduk kendi dünyamızda.
Başarılı bir öğrenciden ziyade sosyal bir insan olmayı öngördüm hep. Gelin görün ki başarılı bir öğrenciydim de. Hiç zorlanmadan ve 'inek' gibi çalışmadan sınıf ve okul birincisi olduğumu herkes bilir. Ama beni daha çok voleybol takımında oyuncu, atletizm takımında başarılı bir atlet (Kıbrıs’ın yüksek atlama ikincisi), güzel şiir okuyan, hocamız Ali Atakan sayesinde güzel resim yapabilen sosyal bir öğrenci olarak hatırlar arkadaşlarım. Beş kardeşin en küçüğüydüm. Dördümüz doktor olduk. En büyüğümüz ise en akıllımızdı ama döneminde kızlar okula devam etmediği için ne yazık ki devam edemedi.
1974 Temmuz ayı bizim için bir kırılma noktası oldu. Hiç istemediğimiz halde kendimizi bir acımasız savaşın içinde bulduk. Senaryo çizilmişti ve Kıbrıs Türk halkı ile Rum halkı karşı karşıya gelecekti. Bir kadın dudağının lezzeti bile değmeden dudaklarımıza savaştık, öldük, öldürdük. Üç ay esir yaşadık. Ve yine senaryo tamamlansın diye doğduğumuz ve on sekiz yıl yaşadığımız coğrafyada tüm hatıralarımızdan koparıldık. Artık göçmendik kendi ülkemizde ve 2003 yılına kadar koparıldığımız topraklarımızı göremedik.
Savaştan kısa bir süre önce girdiğimiz üniversite sınavında kazandığım Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin yolundaydı sıra. Anılar ve acılar yüreğimizde, beş para cebimizde dev bir şehrin yolunu tuttuk. İzmir’i sevişim belki de bundandır hala. Orada ameliyat ettim yüzlerce kadını, orada doğurttum binlerce çocuğu. Orada evlendim ve kızım Atatürk Sağlık Sitesi İzmir Devlet Hastanesi’nin ilk doğan bebeği oldu. Yıllar sonra 9 Eylül Üniversitesi Müzik Bölümü'nü bitirdi. Ülkeme döndüm sonra. Oğlum burada doğdu. Şimdi başarılı bir İç Mimar. Devlete alınmadık demokratik Cumhuriyetimizde sol tandanslı görüşlerimizden dolayı.
Serbest çalıştım hep. Başarılıydım. Tıp alanında iki kitap, 99 makale yazmıştım. Jinekolojide Endoskopik Cerrahi olayını Kıbrıs’a ilk getirenlerden oldum, Amerika’da 93 yılında tamamladığım kurs sonrasında. Su Altı Doğumunu ilk ve tek ben gerçekleştirdim yine ülkemde. Yine sosyal bir insan olma özelliğimi sürdürebildiğim için birçok olaya öncülük ettim hatırladıkça gurur duyabileceğim. Mağusa Hekim ve Diş Hekimleri Dayanışma Derneği'ni kurduk. Yine Mağusa Belediyesi Türk Müziği Korosu’nun kuruluşuna birkaç arkadaşımla öncülük ettik. Şiir Dostları Derneği, Kıbrıs Türk Karikatürcüler Derneği, Kıbrıs Türk Tabipler Birliği Korosu’nu kurduk hep birlikte. 200 Ortaklı ve kâr amacı gütmeyen bir 'Eylül Supermarket' projesini hayata geçirdik. İlk özel hastane formatında 'Hipokrat Sağlık Merkezi’ni çalıştırdık. Kıbrıs’da bir ilk ve örnek olan 'Doktorlar Sitesi' projesini hayata geçirdik.
Yine Kıbrıs’da ilk kez Türk Müziği Beste Yarışmalarını başlattık. Bu sayede Dr. Alaeddin Yavaşça, Erol Sayan, Bilge Özgen, Melihat ve Necip Gülses, Elif Güeşçi, Avni Anıl gibi değerli besteci ve yorumcularla yakın dostluğumuz oldu. Ülkemizde pek çok festivale katkı koyduk. Bu sayede Zülfü Livaneli, Maria Faranduri, Mikis Teodorakis, Jasmin Levi, Jose Feliciano, Selda Bağcan, Yeni Türkü, Ezginin Günlüğü, Edip Akbayram, Leman Sam ve Onur akın gibi nitelikli müzik insanları ile yakınen tanıştık. Dünyada ve Kıbrıs’da barışa inandığımız için iki toplumlu hekim örgütü olan Doctors For Cyprus örgütünü kurduk ve pek çok bilimsel çalışma, toplantı ve konferanslar düzenledik. Ortak bir coğrafyayı paylaştığımızdan dolayı ortak hastalıklarımız bulunmaktadır. Bu günlerdeki Covid-19 salgınının dünyayı nasıl küçültüp aklını başına getirttiğini hep birlikte görmekteyiz. Ayrıca 4 yıllık bir süre de Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde Vakıf Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundum.
Şiirle yakından ilgilendim. CD ve kitaplar yazdım. Karikatürle yakından ilgilendim. Yarışmalardan ödüllerim, jüri üyeliklerim ve eserlerimin alındığı pek çok albüm var. Fotoğrafla yakından ilgilendim, sergilere katıldım. Müzikle yakından ilgilendim. Belki de 500'ün üzerinde bestem var. Bunların yüze yakını muhtelif sanatçılar tarafından okunmuş, klipleri çekilmiştir. Kızım Umut Albayrak’ın bunların bir kısmını okuması benim için ayrı bir mutluluktur. You Tube kanalında bunların bir kısmını izlemek mümkün. Resimle yakından ilgilendim. 13 Kez resim çalıştaylarına küratörlük yaparken, uluslararası 24 resim çalıştayına katıldım ve toplam 65 ulusal ve uluslararası karma resim sergisinde yer aldım. Bir tek kişisel sergim oldu. Onu da milletvekili olduğum dönemde yaptım. Bu arada sol bir parti olan Cumhuriyetçi Türk Partisi milletvekilliğini de 4 dönem hiçbir şaibeli olaya karışmadan, rüşvet yemeden alnımın akı ile tamamladım geçtiğimiz yıl.
Arif küçükken hep doktor olmak istemiştir. Elbette ki bunda ailenin, çevrenin ve o güne kadarki algılarımızın önemi büyüktür. Lise bitene kadar soyadı kanunu olmadığı için bizde baba ismi kullanılırdı. O nedenle Arif Ali diye geçerdi adım. Babam da Ali Arif, dedem ise Arif Ali. Bu böyle giderdi. Sonradan Albayrak soyadını alarak Arif Ali Albayrak oldum. Yani A3. Tıp kazanmak da zordu bilindiği üzere. Üç bin kişilik bir kasabadan çıkıp 50-60 milyonluk bir ülke öğrencisi ile yarışmak pek kolay değildi. Elbette biz de çok başarılı idik. Ancak öğretmenlerimizin özveri ve kalitesini de bir kez daha hatırlatmak isterim. Bugüne kadar yaptıklarımdan ve verdiğim kararlardan hiç pişman değilim. Sadece yapamadıklarımdan pişmanlık duyarım. Bu yoğun gayret belki de bundandır. Neden 'Kadın-Doğum' derken gülümser gibi hissettim sizi ama mesele öyle değildir. Bir canı dünyaya getirmek ve bunun hazzını yaşamak gerçekten başka bir duygu. Yıllar sonra sokaktaki çocuklar boynunuza sarılıp 'Beni siz doğurtmuştunuz' deyince bunu anlıyorsunuz...
Yukarıda da söylediğim gibi başarılı bir doktorluk hayatım oldu. Çok güzel anılar biriktirdim. Hiç kötü bir olayım olmadı. Çünkü hastayı yakınım gördüm, acısı ile acı çektim sevinciyle mutlu olurken. Parası olmayan hastanın cebine ilaç parasını koyarken duyduğum mutluluğu anlatamam. Siyasette de hekimlik hayatımda da hep dürüstlüğü seçtim. Farkındaysanız aktif meslek yaşamımda da hep sosyal olayların içindeydim. Ben değil, biz duygusu hep önde geldi bende. Memleketin ve dünyanın sorunlarını sorun bilmem bundandır. Yoksa para kazanıp gününü yaşamak kolaydı. Sosyal yaşamın ve sanatın zenginliği benim zenginliğim oldu. Bir evim ve bir yazlığım, iki arabam ve pırıl pırıl iki çocuğum var. Ailem en büyük zenginliğim. Sanatın neredeyse her dalı ile yavaş yavaş ilgilenmeye başladım. Zaman zaman öne geçenler oldu müzik, şiir, karikatür gibi. Ama resmin yeri hep farklı durdu. Burada da hocamın etkisini bir kez daha söylemek isterim. 2010 Yılı başlarında bir şiir festivalinde Aynur Kaplan ile tanıştım. Şair ve ressam arkadaşımdı. Ödemiş’de bir uluslararası sanat çalıştayına beni davet etti. Gidiş o gidiş. O kadar etkilendim ki ardından ülkemde ben yapmaya karar verdim ve Aysergi Köy Belediyesi ile bu işi yaptık 2012 yılında. 8 Yılda 13 küratörlük, 24 uluslararası çalıştay katılımı ve 65 karma sergi yaşadım. Ve tüm bu çalıştaylarda güzel yürekli onlarca insanla tanıştım. Siz de bunlardan bir tanesisiniz sevgili hocam. Ama ressamdan önce bize insan gerekiyor. Yani parolamız 'önce insan, sonra ressam' olmalıdır.
Resim yaparken boyut değiştirir gibi hissederim kendimi. Resme başladığımda ne yapacağımı bilmem. O anda gördüklerim ve hissettiklerim beni yönlendirir. Pek çok tarzı ve tekniği denedim. Pek çok malzeme ve doku kullandım. Sonunda imza atmadan işte bu Albayrak denebilecek ve benim de çok beğendiğim bir tarzı yakaladım. En sevdiğim bu tarz. Bir resmin kabası belki 15 dakikada çıkabiliyor ama 63 yıl biriktirdiklerinizdir onun arkasında duran güvenle. İnsanları sevdiği için küçük hediyeler vermek hoşuma gidiyor. Resmin değerini vereceğine inandığım arkadaşlarıma veriyorum genellikle ve çoğu onu çerçeveleyip evine astığı ve bunun fotoğrafını gönderdiği zaman bana duyduğum mutluluğu anlatamam. Bu duygu alınan kültürle alakalıdır. Evet evim benimdir ama sokak da, köy de, şehir de benimdir. Bahçemi temiz tutarsam mutlu olurum. Ancak sokağım da temiz olursa mutluluk doruğa çıkar. Bu nedenledir ki bir parça çöpü bile cebimde saklar ve uygun bir bidona atmaya çalışırım. Bu bir anlayış işte.
İlk karikatürümü 1987 yılında çizdim. 89 Yılında Kıbrıs Türk Karikatürcüler Derneği'nin üyesi oldum. O günden bugüne kadar pek çok ulusal ve uluslararası karikatür festivaline ve yarışmasına katıldım. Beş tane ödülüm oldu. Pek çok albümde eserlerim yayınlandı. Kendim de karikatür organizasyonları yaptım. Pulya küçücük bir kuştur ülkemize göçmen olarak gelen. Onun adına 'Uluslararası Altın Pulya Ödülleri' verdik organizasyonlarda. Ve dünyada önemli bir marka oldu. Son olarak geçen yıl Kosova’da önemli bir yarışmanın jürisinde bulundum. Derneğimiz FECO diye bir uluslararası karikatür organizasyonunun üyesidir. Gururla söylemek isterim ki 74 savaşından beridir izolasyon altındaki bir ülkenin bir derneği böylesi bir organizasyon üyeliğine kabul görmüştür. Sanatın sınır tanımadığına güzel bir örnektir bu. Ayrıca milletvekili olduğum dönemde 'Kıbrıs’da ve Dünyada Barış' konu bir uluslararası karikatür yarışması düzenledik ve 90 ülkeden 635 eser KKTC Meclisi adres gösterildiği halde bize gelmiştir. İlginçtir ki Yunanistan’dan bile bu yarışmaya katılan sanatçılar olmuştur. Galatasaray futbol takımı ülkemizin bir takımı ile dostluk maçı bile yapamazken bunun olması anlam taşımaktadır. Biliyorsunuz ki Türkiye’ye inmeden hiçbir uçakla biz dünyanın hiçbir ülkesine gidememekteyiz. O nedenledir ki Kıbrıs’da bir çözümü ve barışı hasretle beklemekteyiz. Yukarıda da belirtmiştim. Müzik, fotoğraf ve şiirle de ciddi bir şekilde ilgilenmekteyim.
Basılı bir kitabım yok. 12 kitabım var. Bunlar muhtelif konularda ama ağırlıklı olarak şiirle ilgili. Tüm işlediğim konular sevgi, aşk, dostluk, kardeşlik, barış ve güzel bir çevre ile yaşanası bir dünyadır. Yani 'ellerimim gül koparmaktan başka bir günahı yoktur'. 13'üncü kitabım 'Fazlanın Eksik Yanı' da serbest şiirlerden oluşan bir kitap olacaktır ve hazırlıkları yapılmaktadır.
Evet güzel bir soru bu 'keşke' içeren. Yukarıda belirtmiştim hayatımda hiç keşke demediğimi ve yaptığım şeylerden değil yapamadıklarımdan pişmanlık duyduğumu. Ama yine de zaman zaman düşünmüyor değilim bunu. Ancak şuna inanıyorum ki bir şeyi bilimi ile öğrenmek çok önemli. Başka bir gerçek de var ki insanı çok fazla şekillendirmek de doğru değildir. Tanıdığım bir çingene kemancı var. Dinlerken nağmelerini ve tarzını mest olur gidersiniz. Acaba konservatuvar okusaydı ne olurdu diye düşünürüm bazen. Evet çok daha iyi ve donanımlı olurdu ama 'kendisi olmazdı'. Bence yetenek ve öğrenme becerisi varsa bu çözümün başlangıcıdır. Bu da demektir ki ben bulunduğum yerden memnunum. Hocaların ve güzel sanatlar bitirenlerin önünde de saygı ile eğilirim her zaman. Ego sanatın en büyük düşmanıdır diye inanırım. 'Oldum' dediğiniz an 'öldüğünüz' an olur.
İşte tamda mektepli-alaylı konusuna taşıdı bizi zaman. Bence bu tartışmayı uzatmamak lazım. Konusunda eğitim almış insanlar oldukça değerlidir. Küçük bir azınlığı okulu bitirmesine rağmen alanında başarılı olamıyorsa bile bu bilimi reddetmeye ve tartıştırmaya götürmemeli. Aynı şekilde çok yetenekli olup akademik eğitim almadı veya alamadı diye başarılı birilerinin yargılanması da doğru değildir. Her kişi kendi sanat kulvarında omuzuna apoletlerini kendi yaptıkları ile takar. Başka birisinin yaptığı çalışmaya eğer estetik ögeler taşıyor ve sanat bilimine uygunsa 'ne kadar güzel' diyebilmek ancak söyleyeni yüceltir. Zaten sanatın terazisi zaman, toplum ve tarih değil mi? Yıllar sonrasına ne bırakacaksınız ve sizi kaç kişi ve nasıl konuşacak, önemli olan bu bence. O nedenle sevgi ile yapın resimlerinizi, araştırın, yeniliğe ve öğrenmeye açık olun ve zamana bırakın. 'Tavuk mu yumurtadan çıkar yumurta mı tavuktan' sorusuna horozun verdiği cevabı verin. 'Ben polemiğe girmem, görevimi yapar, giderim' diye.
Resim sanatının durumunu Türkiye’de soruyorsanız bu konuda yorum yapma hakkını kendimde görmem doğrusu. Bilebildiğim kadarı ile Türkiye’de klasik ve temel resim sanatı ile çağdaş sanatta çok değerli insanların olduğudur. Bu etki ülke içinde pozitif yönlendirilebilip paylaşılırsa ve dünya sanatı ile koordinasyon iyi kurulabilirse son derece nitelikli sonuçlara ulaşılabilecektir. Ülkem Kıbrıs’da ise resim sanatı geçmişi çok eskilere dayanmaz. Ancak geçiş döneminin çok iyi yetişmiş hocaları mevcuttu. Onların yarattığı etki ile günümüzde hatırı sayılır sanatçılar yetişmiştir. Sanata olan ilginin artması, üniversitelerde sanat eğitiminin hızlanması, toplumda resim sanatının heyecanı, az sayıda da olsa galeriler ve destek çıkan üniversite ile kurumlar ve elbette ki son dönemde artan uluslararası sanat çalıştayları bu konuda büyük önem arz etmektedir. Ne yazık ki henüz bir Çağdaş Sanat Müzesi’ne sahip değiliz. Ancak bunun için uğraşlarımız sürmektedir. Bir sanatçının görevi sadece resim yapmak ve sergi açıp nasıl satış yapacağını düşünmenin ötesindedir. Toplumdaki sanatın üst düzeye çıkabilmesinde de rol oynayabilmeli veya en azından kendini sorumlu hissedebilmelidir.
Evet annem beni en son doğuran kadın. Canım, yüreğimin yarısı ve dünyada en çok sevdiğim kadın. Bahsettiğim acılı Kıbrıs yıllarını yaşamış, gün oldu bir dilim ekmeğe muhtaç koşullarda iken bile evlatlarını korumasını bildi ve o günün şartlarında becererek hepsini neredeyse okutabildi. Genç yaşta anne ve babasını kaybetti. Kayıp haberlerini aldığı gün yapmış olduğu yemeği bugüne kadar hiç ama hiç yapmadı. Hayatım boyunca en çok fotoğrafını çektiğim kişi odur. Mavi gözlerine şarkı besteledim, nasırlı ellerine şiir yazdım. Bugünlerde Kıbrıs’ta kısmi sokağa çıkma yasağı var. Ve 28 Mart’da onun 94’ncü doğum günüydü. Ona sürpriz bir kutlamaya hazırlanırken ne yazık ki elimiz kolumuz bağlı kaldı. Umarım 95 hedefimiz olabilir. İşte böyle bir kadındır sevdiğim, yüreğimin yarısı, ömrümün tamamı anam..."
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.