Aile Şurası'nın ardından...
Geçtiğimiz günlerde Aile Şurası düzenlendi. Şurada günümüzde ailelerin yaşadığı sorunlar hakkında bildiriler sunuldu, konuşmalar yapıldı.
Aile toplumu oluşturan en küçük birimdir ve temel işlevi toplumsal kültürü yeniden üretmek, hayata yeni fertler kazandırmak, insanların temel ihtiyaçları olan barınma, beslenme, hayatta kalma ihtiyaçlarını karşılayan mekanizmadır. Bugün bildiğimiz aile yapısının temeli en az 7000 yıl önceye gider ve varlık temeli “miras hukuku ”dur.
Yaşı 50’leri gören herkes yakın geçmiş içerisinde ailenin geçirdiği dönüşüme şahit olmuş, bizzat yaşamıştır. Günümüzde ebeveynler çocuklarını eleştirmek için; “Biz çocukken sizin gibi davranmazdık. Zaman değişti çocuklar değişti.” Türünden yakınma içeren cümleler kurarken çocuklar da hayattan memnuniyetsizliklerini vurgulamaktadır. Toplumsal değişim aileleri etkilerken aileler de toplumsal değişime reaksiyon gösterirler. Büyük kentlere göç öncesinde aileler “kalabalık aile/çok kuşaklı aile” olarak tanımlanan dedelerin, halaların, amcaların ve eşlerinin yaşadığı büyük evlerde hayatlarını sürdürürdü. Yemekler birlikte yapılır, birlikte yenirdi. Doğan çocuklara birlikte bakılır, çocuklar toplumsal ilişkileri ailenin için yaşayarak öğrenirdi. Ahlak kuralları ve dinsel bilgiler ailenin içerisinde verilir, çocuklar aile içerisindeki hiyerarşik yapıyı öğrenirdi. Büyük kentlere göçle birlikte aileler anne, baba ve çocuklardan oluşan “çekirdek aile” ye dönüştü.
Kırsaldaki yaşam şartlarıyla kentteki hayatın farklılığı aileleri yeni bir kültürle tanıştırdı ve aile dönüşmeye başladı. Bugün baktığımızda çevremizdeki ailelerin (ve belki kendi ailelerimizin) büyüdüğümüz ailelerden farkını görebiliyoruz.
Bir Aile Danışmanı olarak gerek karşılaştığım vakalardan, gerekse mesleki literatürde okuduklarımdan ve gözlemlerimden yola çıkarak “günümüz ailesi” hakkında bazı tespitler yapma ihtiyacı hissediyorum.
a) Bir ailenin oluşması için olması gereken temel adım, evliliktir. Geçmişte evlilikler ağırlıklı olarak görücü usulüyle yapılırken bugün gençler tanışarak, flört ederek evlilik yapmayı tercih ediyorlar. Evleneceği insanı “tanıyarak” evlenmek daha sağlıklı görünmekle birlikte bugün boşanma oranlarının geçmiş dönemlere göre çok çok yüksek olması kafa karıştırıyor. Acaba görücü usulü daha doğru sonuçlar mı veriyor? Bu soruya cevap vermek olanaksız çünkü her evlilik parmak izi gibidir ve bir diğerine benzemez. Günümüzde flört genellikle gezmekten ve birlikte vakit geçirmekten ibaret. Oysa sağlıklı bir evlilik bağı için çiftin evlilikten beklentilerini öğrenmeleri gerekiyor. Evlenmek istemenin temel nedeni nedir (aşk, mantık evliliği, güzellik, yakışıklılık, nezaket, birlikte yaşlanacak bir eş bulma?) Sorunlarla karşılaşınca tavırları ne olur (geri çekilme, üzerine gitme, sorumluluğu üzerinden atma?) Çift sağlıklı bir iletişim kurabilecek midir? İletişim yöntemleri birbirini tamamlar nitelikte midir? Gelecekte karşılaşacakları sorunlarda ittifak yapıp birbirlerini destekleyecek dayanıklılık ve kararlılık var mı? Birbirlerinin hatalarında ne kadar tolerans gösterecekler? Evlilikten beklentiler ortak mıdır? Bu soruların yanıtlarını bulmaları için evlilik öncesi terapiyi öneriyoruz. Bu çalışmada uzman yönlendirmesiyle bireylerin birbirlerini tanımaları kolaylaşıyor.
b) Aile içerisindeki hiyerarşinin net olarak tanımlanması şarttır. Her ne kadar “ataerkil görünümlü anaerkil bir toplum” olsak da evde erkeğin baskınlığı beklenir. Yeni yüzyılın değişen koşulları ve kadının da çalışma hayatına katılmasıyla birlikte bu düzen değişmiş, özellikle feminist akımlar kadınlara daha geniş haklar talep etmiş, bu talep de özellikle kadınlar üstünde etki göstermiştir. Sağlıklı aile “demokratik” olmak zorundadır. Kararlar anne baba tarafından ortaklaşa alınmalı, çocukların görüşlerine başvurulmalıdır. Aile içi düzenin dozunda ayarlanması gerekir. Ne aşırı disiplin ne de aşırı serbestlik olumlu sonuç verir. Ailede belirlenen kuralların esnemeye açık olacağı gözden kaçırılmamalıdır. Örneğin ortaokul çağındaki bir çocuğun hava kararmadan oyununu bırakıp eve gelmesi beklenirken aynı durum üniversiteye giden bir genç için birkaç saat daha esnetilmelidir.
c) Özellikle anne babalar çocukların gelişim sürecine dair kitapları okumalıdır. Çocuklar belirli süreçleri belli yaşlara kadar yaşamış olmalıdır. Bu zihinsel gelişimleri için zorunluluktur. En çok karşılaştığımız sorunlardan biri “yabancı bakıcı” ile büyüyen çocuklardaki dil gelişimi sorunudur. Anne ve babadan çok bakıcıyla geçirilen sürede birçok çocuğun “bakıcı gibi aksanlı” konuştuğuna şahit oluyoruz. Ayrıca yabancı bakıcıların belli aralıklarla ülkeye giriş-çıkış yapma zorunlulukları (bazılarının bir daha dönmemesi ve yeni bakıcı bulunması) çocukta bağlanma sorunlarına, terkedilmiş duygusu yaşamasına neden olmaktadır ve bu sorunlar yetişkinlikte peşlerini bırakmamaktadır.
d) Günümüzün popüler kültürü her şeyi kolay tüketilir hale getirdi. Yazık ki evlilik de bunlardan biri. Maalesef bazı diziler aracılığıyla boşanma, aldatma yüceltilirken evliliğin “gereksiz angarya” olduğu pompalanıyor. Eskiden evlilikler daha uzun süreliyken bugün en küçük sorunda boşanmaya yönelen çiftler olduğunu üzülerek görüyoruz. Bu noktada birlikte kaliteli zaman geçirmenin, paylaşmanın ve karşılıklı toleransın değerli olduğunu görüyoruz. Evlilik “beğenilmezse değiştirilecek bir ceket” gibi görülmemelidir. (İçinde şiddet olan evlilikler hariç)
e) Evlilikte şiddetin hiçbir türü olmamalıdır. Fiziksel şiddet, sözel şiddet ve hakaret, psikolojik şiddet, maddi şiddet.
Şimdilik bu kısa başlıklardan söz etmenin yeterli olduğunu düşünüyorum. Ayrıntıları yakında yayınlanacak olan “Ailede ve Evlilikte Mutluluk” adlı kitabımda okuyabilirsiniz.
Devletin bir aile şurası düzenlemesi, evliliğe verdiği önemi gösterir. Bu durumda devletin de ailelerin varlıklarını sağlıklı olarak sürdürmeleri için üzerine düşen görevler vardır.
Boşanma nedenlerinin başında ekonomik sıkıntıların geldiği bilimsel verilerle sabittir. Ülkede ekonomik şartların düzelmesi boşanma oranlarında iyileşme sağlayacak, aileler parçalanmayacaktır.
Özellikle devleti yönetenler erkeği yüceltip kadını aşağılayan bir dil kullanmamalıdır. Bu dil ailedeki rol paylaşımını etkilemekte, hiyerarşiyi bozmaktadır. İki cins arasında farklılıklar vardır ancak bu birinin diğerinden üstün olduğu anlamını taşımaz.
Popüler figürlerin (özellikle devleti yönetenlerin) kullandıkları dil vatandaşlar tarafından modellenmekte, aynen uygulanmaktadır. Siyasi başarı amacıyla kullanılan hırçın bir dil ailelerden başlayarak toplumun tüm katmanlarınca “meşru” kabul edilmekte, yayılıp yaygınlaşmaktadır.
Büyük aileler özendirilmeli, içinde yaşlıların da olduğu ailelerin çocukların gelişimine katkı verdiği gözden kaçırılmamalıdır. Devlet bu nedenle çok odalı, geniş konutların üretimini teşvik etmeli, gerekirse Toki eliyle üretmeli, aile büyükleriyle birlikte yaşayacak ailelere kiralama veya satışta kolaylık sağlanmalıdır.
Türk aile yapısıyla batı Avrupa yapısı arasında ciddi farklar bulunur. Batılı ailelerde bireycilik öne çıkarken bizde toplumculuk ağır basar. Bizde evlatlar her dönemde “sosyal güvence” olarak görülmüş, çoğu zaman evlatlar bu işlevi yerine getirmiştir. Yaşlıların bakım, barınma ve sağlık sorunlarının giderilmesinde çocuklar ve torunlar aktif olarak işin içindedir. Batıda bu işlevi devlet kuruluşları ya da özel kuruluşlar yerine getirmektedir.
Aile birliğini korumak ve aileye önceden beri atfettiğimiz “kutsiyet” tanımını boşa çıkarmamak için hem ailelerin hem de devletin üzerine ciddi sorumluluk düşmektedir. Sağlıklı aileler hem sağlıklı bireyleri oluşturur hem de sağlıklı toplumları. Sağlıklı bir topluma sahip olmak için aileyi sağlıklı, mutlu ve üretken kılmak zorundayız.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.