Akaryakıt zammı hayatı zorlaştırıyor
En son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim. Bu hızlı fiyat artışları, tüketicinin küçük tasarruflarını banka yerine mala yatırmasını (stoktan tüketim) daha kârlı hale getirmiştir. Zira enflasyonun tırmanışında akaryakıt zamları dışında vergi artışının, kur artışının, negatif reel faizin ve en az 7 ay sürecek seçim ekonomisinin de etkili olduğunu biliyoruz. Bu şartların daha uzunca bir süre devamı yanında, Mart 2024 sonrasında seçim ekonomisi biterken, IMF tarzı şartların hüküm süreceği yeni bir dönemin başlayacağı da bir başka gerçektir.
Şimdi gelelim bu yazının esas konusuna, yani daha da kronikleşen derdimize...
Akaryakıta gelen sürekli ve ölçüsüz zamların büyük fiyat artışlarına neden olduğunu izliyoruz. Halkımızın bir kısmı, her akaryakıt zammından sonra; "arabası olan düşünsün" şeklinde teselli buluyor. Bazıları da "Domates tarlada 8 lirayken, markette nasıl 28 lira oluyor?" diyerek yanlış adreslere fatura kesebiliyor. En temiz duygularla kenara çekilmeyi arzu edenler ise "dolar kurundan bize ne, bizim paramız TL’dir" diyebiliyor. Neden sürekli dayak yediğimizi ve bize bu hasarı kimin verdiğini sorgulayanlar ise azınlıkta kalıyorlar. Elbette bu da yönetenlerin en büyük şansı oluyor…
Oysa her akaryakıt zammı sonrası taşıma maliyetlerinde gerçekleşen artışın; gıdadan beyaz eşyaya, giydiğimiz ve kullandığımız her şeyin fiyatını artıracağını peşinen kabul edelim. Domatesi Fethiye’den bedava alanın, İstanbul’daki maliyeti 12 liradır. Yani akaryakıt, ambalaj işçiliği, şöför, köprü geçiş, otoyol geçiş, boş sandık taşıma bedelleri üzerine, hal rüsumu, şehir içi nakliye, hamaliye, market kirası, personel gideri, elektrik, doğal gaz, su giderleri ve fire payı ilavesiyle, aracıların ve perakendecinin kâr payı da eklenince, 3-4 katına çıkan etiketlerle karşılaşabiliyoruz.
TL’den sonra dolaşımda en çok kullandığımız ikinci para birimimiz dolardır. Türkiye iç piyasada TL bazında üretmiş olduğu her değeri dış ticaretinde döviz olarak değerlendirmek, cari açığı da dolar olarak karşılamak zorundadır. Hatta ihracata gidecek ürünlerimizin bile yüzde 60’ını dolar ödeyerek, hammadde ve ara malı olarak yurtdışından getirmek zorundayız. Yani turizm geliri de, gideri de; ihracat ve petrol, doğal gaz başta olmak üzere ithalat da hep döviz iledir. Kendi paramızın değerini korumak için bile dolara ihtiyaç duyuyoruz. USD/ TL paritesi enflasyona da, faize de yön verirken hep ekonomik hayatımızı belirleyici konumda oluyor. Dış borç stoğumuzun 475 milyar dolar olduğu bir dönemde de, "dolar kurundan bize ne?" diyemeyiz.
Önümüzdeki dönemde kur artışlarına bağlı akaryakıt zamlarının süreceği kesin olduğuna göre topyekun ülke fiyat seviyesinin yükseleceğini bilmek için de falcı olmaya gerek yoktur. Henüz bu tahminin içinde dünya petrol fiyatlarındaki değişime ait bir öngörümüz bulunmuyor. O da ayrı bir risk faktörüdür.
Önümüzdeki en az 4 sene boyunca tek haneli enflasyon hayaldir. Bunun temel sebebi de sorunlara doğru teşhis konamamasıdır. Hâlâ söze "Tüm dünya ile birlikte olumsuz etkilerine bizim de maruz kaldığımız ekonomik zorluklar..." diye başlamak çözümü engelliyor. Zira bizdeki ekonomik zorlukların dünya ile en küçük bir benzerliği yoktur. İspatı da, batı ülkelerinin yıllık enflasyon oranlarına yakın aylık enflasyon yaşıyor olmamızdır. Yani aradaki fark 10 kattan fazladır. Dünyada gıda fiyatları düşerken, bizde artmaya devam etmektedir. Bu yılın ilk 6 ayında gıdada dış ticaret dengemiz açık vermiştir. Yani geçen seneye kadar fazla veren ihracatımız ithalatın gerisinde kalmıştır. Böylece "Tarım ülkesiyiz" iddiamız da boşa düşmüştür…
Mesele sadece Antalya-İstanbul taşıma bedelinin 14 bin liradan 35 bin liraya yükselmesi de değildir. Tarımsal ürünün ekildiği andan hasat zamanına kadar geçen sürede tarım araçlarında kullanılan mazotun da çorbada tuzu vardır. Bu bakımdan ucuz bir sebzenin üretici fiyatı, diğer giderler de dikkate alınınca markette 3- 4 kata ulaşması çok normaldir. Örneğin lojistik sektörünün hâlâ akaryakıt alımlarında ÖTV (Özel Tüketim Vergisi) ödemesi normal mi ?
Nitekim TIRPORT Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Akın Arslan, "Avrupa’da hükümetler lojistik sektörünün yakıt giderlerini fonlamaya başlamışlar" diyor.
Sonuç olarak; başta petrol fiyatlarının gıda fiyatları üzerinde bu kadar etkili olmasını sınırlamak için birçok gelişmiş ülkenin yaptığı gibi gıda üreticilerine ucuz enerji, ucuz gübre, girdilerde düşük vergi, düşük faizli kredi gibi desteklerin şart olduğu gözüküyor. "Bizde de destek var" diyenleri duyar gibiyim. Evet var; Tarım Kanunu’na göre çiftçiye bütçeden verilmesi gereken desteğin milli gelirin yüzde 1’i yerine maksimum binde 3’ü seviyesinde kaldığını da bu vesileyle hatırlayalım.
Bu destekler sağlanmazsa; üretici ve lojistik sektör zarar ettiğinden, tüketicinin de alım gücünü aştığından sıkıntılar artarak devam edecektir. Zor görünmesine rağmen, tarım arazilerinin başka amaçlarla kullanımının da önlenmesi gerekiyor. Zira nüfus artışı yanında, tarım ürünleri arzının da yetersiz kalması; akaryakıt fiyatlarındaki artışlarla birleşince sonuçları çok acımasız olabilecektir. Örneğin dünya kiraz üretiminde birinci sırada olmamıza rağmen 80 lirayı aşan ve ulaşılamayan fiyatlarla, tüketici tezgahtaki ürünü sadece seyretmektedir. Kayısıda da, yaz ortasında 90 lirayı aşan taze fasulyede de durum aynıdır…
Mazotun aylık fiyat artış oranı yüzde 52’dir. Dikkat yıllık değil aylık…
Hem de sadece 27 Haziran ile 31 Temmuz arasında. Bu tarihlerden sonra da aynı hızla devam eden artışlar hesaba dahil edilmemiştir. Geldiğimiz noktada; yetersiz beslenme bu günün en önemli sorunu haline gelmiştir. Bu aşamada da ‘gıda güvenliği’ tamamen gündem olmaktan çıkmış, adeta "karnını doyuracak ürünü bul, gerisini sorgulama" görüşü piyasaya hakim olmuştur. Kaldı ki, en son gıda denetim sonuçlarını görmemiz üzerinden tam 1,5 yıl geçmiştir.
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ‘taklit ve tağşiş listeleri’ en son 1 Mart 2022 tarihinde yayımlanmıştı. Aksamanın sebebini çok sorduk ama henüz cevap almayı başaramadık.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.