Akılsız ve fütursuz...
Diyanet görevlilerinden biri cemaate vaaz ederken dedi ki, "Kim ki dinimi öğrenmem için bana Kur'an yeter derse o kişi zındıktır". Söylediği sözün ne manaya geleceğini muhakeme etmekten aciz bu kişi akılsız, akılsız olduğu kadarda fütursuz. Fütursuzluğu akılsızlığından kaynaklandığı kadar, onu dinleyenlerin hiçbir şeye itiraz etmediğinden de kaynaklanıyor. Bu gibi kişiler ne derlerse vatandaş kabulleniyor. Halbuki orada bulunanlar, "Hacı sen ne diyorsun? Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?" demeleri lazım. Ne demek "Kur'an yetmez"?
"Kur'an yetmez" demek, "Allah Kur'an-ı Kerim'de dinimizi tam anlatamadı, peygamberimiz tam olarak dinimizi tebliğ edemedi, bizim dinimizi öğrenebilmemiz için bir aracıya bir tercümana ihtiyacımız var". Kuran yetmez sözünün bu manaya geleceğini muhakeme edemiyor yada kişisel hırsları için her türlü sapkınlığı göze alıyorlar. Çünkü bunların kullanacağı her türlü sömürüye acık müritlere ihtiyaçları var.
Yüce Allahımız dini kendi kişisel çıkarları için kullanacak böyle sapkınların, sapıkların din bezirganlarının çıkacağını bilmez mi? Elbette bilir onun için bu gibi sapkınların yalan söylediğini, Kur'an-ı Kerim'de apaçık belirtiyor: "Bu kitabı okuyup öğrenesiniz diye gönderdim".
Bu kadar açık ve net. Dahası ve en önemlisi bizim dinimizde ruhban sınıfı yok. Ruhban sınıfı yasak. Dinden para kazanmak en büyük günahlardan. Ruhban sınıfı Hristiyanlıkta var. Orada Allah ile kul arasında aracıya ihtiyaç var, bizim dinimizde asla. Ama bu kendilerini Allah ile kul arasında aracı olarak lanse edenler işi o kadar ileri götürdüler ki, İmamı Azam ebu Hanefi adına karar veriyorlar, Peygamberimiz adına karar veriyorlar. Artık bunlar kesmedi Allah adına da karar vermeye kalkışıyorlar. Biliyorsunuz bunlardan biri "Bizim şeyhin elini tutarsanız Allah'ın elini tutmuş olursunuz" diyecek kadar işi çığırından çıkarttı.
Diyanet İşleri dini konularda hükümlerini Hanefi mezhebinin görüşlerine göre verir. Bu ne demektir?
"Hanefi mezhebinin kurucusu İmamı Azam ebu Hanefi'ye biat ettik. O'nun verdiği bütün hükümleri kabul ediyoruz, O'nun görüşleri bizimde görüşümüzdür".
Hanefi mezhebini benimsemiş Diyanetimizin görevlilerinden biri yine cemaate vaaz ederken diyor ki; "Kur'an-ı Kerim Türkçe o-ku-na-maz". Kesin doğru olduğuna inanmaları için vurgulayarak söylüyor. Be muhterem, senin biat ettiğini söylediğin Hanefi mezhebinin kurucusu İmamı Azam ebu Hanefi bundan 700 sene evvel "Herkes anladığı dilde ibadetini yapmalı, dualarını okumalıdır. Bu çok daha fazla sevaptır" diyerek hükmünü vermiştir. "Herkes anladığı dilde okuyabilir" demiyor "okumalıdır" diyor. Siz kendinizi ne zannediyosunuz? Hem "Hanefi mezhebindeniz" diyorsunuz hem de İmamı Azam ebu Hanefi'ye karşı çıkıyorsunuz. Yoksa herkes Kur'anı anlarsa size sömürülecek müritler kalmaz diye mi korkuyorsunuz? Kur'anı herkesin anladığı dilde okuması hem Allah'ın emirlerine uygundur (çünkü Kur'an-ı Kerim'de açıkça "Bu kitabı okuyup anlayasınız diye indirdim" diye buyuruyor). Hem de akla uygundur. Manasını bilmeden papağan gibi okumanın kime ne gibi faydası olabilir?
Dokuzuncu, onuncu, onbirinçi, onikinci yüzyıllarda, Hıristiyanlık alemi otuz yıl savaşları, yüz yıl savaşları engizisyon mahkemeleri gibi sorunlarla boğuşarak en karanlık dönemlerini yaşarken, İslam alemi en aydınlık çağını yaşıyordu. Bu neden böyle olmuştu? Nasıl oldu da Hıristiyanlık karanlıkla boğuşurken İslam alemi güneş gibi parlıyordu?
Elbette bunun bir çok nedeni vardır ama bana göre en önemli nedenlerin başında, bilimden ve akıldan yoksun Hıristiyan din adamları para ve iktidar hırsı uğruna, cennette arsa satmaktan krallara şantaj yapmaya kadar her türlü entrikayla dini kendi çıkarlarına alet ederken, İslam alemindeki alimler (İslam aleminde ruhban sınıfı yok) her biri iki üç bilim dalında bu günkü profösörlük derecesinde bilim insanıydılar. Matematik, tıp, astronomi, anatomi, onlarca bilim dalında yüzlerce Müslüman bilim insanı yetişmişti. Ve bu Müslüman bilim insanları bu branşlardan kazandığı gelirleri din adına harcıyorlardı. Hepsi üretimin içindeydi ve dinden para kazanmak şöyle dursun. Çünkü dinden para kazanmak Müslümanlıkta en büyük günahların başında gelir. Gelirlerini din için harcıyorlardı...
Hıristiyanlık alemi 1524'te Martin Luther'in Protestanlığı kurmasıyla dinde reform yaptılar. Arkasından bilimde, sanatta, teknolojide ve sanayide Rönesans devrimlerini gerçekleştirerek o boğucu karanlıkları geride bıraktılar.
18 Kasım 2013'te vefat eden gazeteci yazar Aytunç Altındal'ın iddialarına göre, reformlarını yapıp kendini toplayan Hıristiyanlar, İlluminati ve benzeri örgütlerle projektörlerini İslam alemine çevirmişler ve İslam alemini çökertmek için formüller aramışlar. Ve daha önce lokal olarak yaptıkları kendi ajanlarına cemaat kurdurup Osmanlı aleyhine kullandıkları mekanizmayı büyük çaplı organize etmişler. Kendi ajanlarına İslam aleminin hemen hemen her köşesinde iki yüze yakın cemaat kurdurmuşlar.
Şimdi bu iddianın ne kadarı doğru ne kadarı komplo teorisi o ayrı bir tartışma konusu. Ama bu tip bir cemaatin dış güçler tarafından kurdurulabileceğini ve kötü niyetle kullanıldığında ne kadar tehlikeli olabileceğini FETÖ olayında ülke olarak iliklerimize kadar yaşadık. Bu cemaatler insanların beyinlerini öyle bir yıkıyorlar ki, bir pilota (pilot olmak için hem mühendislik bilgisine sahip olmak hem de genel kültürünüzün güçlü olması gerekir) kendi ülkesinin meclisini bombalatıyorlar. Meclisi bombalayan o pilot Amerika'ya hizmet ettiğini mi düşünüyordu? Yo... O Allah'a hizmet ettiğini zannediyordu. Hesap edin bir pilota kendi meclisini bombalatan güç, zır cahil müritlerine neler yaptırmaz?
Son yıllarda iktidarın göz yumması, hatta teşvik etmesiyle beş-altı yaşında evlatlarımız dini cemaatlerde beyinleri yıkanarak yetiştiriliyor. Ülke ekonomimize katkı sağlayacak üretim zinciri içinde yer almak için hiçbir bilgi ve yetenek edinmeden, tek özellikleri şeyhine biat etmek olan binlerce gencimiz yetişiyor. Peki bu çocuklarımız üretmeden, para kazanmadan hayatlarını nasıl devam ettirecekler? İşte tehlike burada başlıyor. Kendisine biat eden binlerce müridi bulunan şıh siyasilerle pazarlık ediyor. "Bana devletten kadro ver ben de oy verdireyim". Maalesef o kadrolar veriliyor. Bunu nerede gördük? Deprem bölgesinde. Kızılay'da ve AFAD'da şalvarlı, poturlu, sakallı bir cemaatten oldukları belli olan insanlar sağa sola koştular, çaba harcadılar ama beceremediler. Bu onların suçu değil, onlar bu işler için eğitilmediler ki. Burada yapılan bir haksızlık nasıl bir hatalar zinciri oluşturuyor. Birincisi AFAD'da ve Kızılay'da görev yapması gereken o işin eğitimini almış insanların hakları yeniyor. İşlerin layıkıyla yapılamamasından binlerce insan acı çekiyor. Bunu insan vicdanı kabul edebilir mi? Bunlar kameralara yansıdığı için gördüğümüz durum. Devlet dairelerinde ne kadar işinin ehli olmayan personel var? Bu işler bu hızla devam ederse devletin çarkı durma noktasına gelmez mi? Bu tehlikeli gidişata kim nasıl dur diyecek?
Yapılabilecekler hakkında fikirlerim var. Onları da yazacağım. Bu yazımı evlatlarını cemaatlere emanet eden anne babalara seslenerek sonlandırmak istiyorum.
Bizim dinimize göre insan oğlu Allah'tan sonra en değerli varlık, meleklerden üstün. Neden? Çünkü insanoğlu ne yapacağına kendi özgür iradesiyle karar veriyor, onun için insanoğlu meleklerden de değerli. Bir insan ne zaman özgür iradesiyle karar verebilir? Elbette yetişkin olduğu zaman. Onun için çocuklarımızın küçücük yaşlarda beyinlerinin yıkanarak, özgür iradeleriyle karar verme haklarını ellerinden almayalım. Çocuklarımızın bu dünyasını ve öbür dünyasını karartmayalım...
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.