Arkeologlar kan ağlıyor...
Şu acıklı duruma bakınız. Yurt düzeyinde yüzlerce yerde bilimsel kazı yapılıyor. Hemen her ilde onlarca sondaj kazıları yapılıyor. Ama ülkemiz arkeologları işsizlikten kırılıyor. Ne sihirdir ne keramet diyor musunuz?
Öne sürüldüğüne göre son dört yılda işsiz altı bin arkeologdan sadece on dokuzu iş bulabilmiş. Şimdi işsiz arkeologlar Kültür Bakanlığını da Maliye Bakanlığını da dilekçe yağmuruna tutmuşlar.
Türkiye’nin ören yerlerinde turist kaynıyor. Müzelere gelen yabancı turistler akın halinde. Bizim üniversitelerde dirsek çürütmüş çocuklarımız kapıda bacada ekmek peşindeler. Peki, fakülteler öğrenci almaya niye devam ederler? Türkiye’nin derdi bin bir iken bin beş yüz olsun diye mi?
Ortada ciddi bir iddia var. Deniliyor ki, “Bünyesinde arkeolog bulundurmak zorunda olan kurumlar bile buna uymayarak kadrolu arkeolog almaya yanaşmıyorlar.”
Başka ne deniliyor? “Eğitim aldıkları dört yıl boyunca ücretsiz olarak kazılarda görev alan öğrenciler” deniliyor. Bu söylemin üzerinde duralım. Modern bir hukuk devleti olan Türkiye’de angarya yasak değil mi?
Angarya, yani bir emek verilmişse onun karşılığını ödememe durumu. Bedava çalıştırma... Emeğin sömürülmesi. Öğrenciler işçi gibi kazma kürek kullanıp, el arabaları ile toprak taşıyorlarmış. Aylarca, hem de aylarca...
Kopenhag’ta öğretmen olarak çalıştığım yıllardan bir anımı aktarayım.
Öğretmen odasında oturuyorum. Bir öğretmen elinde defter kalemle geldi. Bana diyor ki, “Şuraya baba yarın okula uğrasın, diye yazıver.” Ben defteri almak üzere uzandığımda masayı çevreleyen hepsi Danimarkalı öğretmenler “Hayır” dediler. “Bunu Zeynel’e yazdıramazsın.”
Niyeymiş? Çünkü tercüman sıfatlı bir görevli varmış, bu o arkadaşın işiymiş. Beş kelimeden ibaret yazıyı bana yazdırmadılar. Emeğe saygı bu. Hak dedikleri, hukuk dedikleri bu...
Bizde ne olduğuna bakalım mı?
Bir dedeye kulak verelim:
“Güzelim kızımızı profesör hanım özendirmiş. Çocuk arkeoloji okuyacağım dedi tutturdu. Birinci sınıfı bitirdiğinde kazıya götürdü. Van kırsalında aylarca yüreğimiz ağzımızda yattığı yer yer değil, yediği doğru dürüst yemek değil. Ve aydan aya atın çocuklar şu bordrolara imzayı... “Şu kadar parayı aldık.” Gerçekten aldılar mı? Bir kuruş bile almadılar. Çocuğumuz dolduruşa geldi, arkeolog çıkıyorum, diye umutlanarak Çorum’dan İstanbul’a, Van’dan Kahire’ye kadar gitmediği yer, katılmadığı sempozyum bırakmadı. Arkeolog çıktıktan sonra da hızını alamamıştı ki, bir de master yaptı. Peki bu çocuğu bu mesleğe özendiren hoca nerede? Yok... Bu çocuğa diploma veren okul nerede? Yok.
Anlı şanlı devletimiz nerede? Gönlü Gazze’de, gözü körfezde.”
Ve yazımı bitirirken müjde gibi bir haber vereyim:
İstanbul Arkeoloji Müzesinde 1970’li yıllarda yetmişten fazla uzman görev yaparken bugün bu sayı yirmi beş uzmana kadar düşmüş. Okullardan her yıl mezun olan arkeologların sayısı da iki binin üstüne çıkmış.
Oğlum Ahmet! Sen bu işe devam et.
Zeynel Kozanoğlu,26 Mart 2013
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.