Baba gözlerimi kapat, gözlerimi kapat!..
Yıllar öncesiydi... Kızım Senem Ankara Şerefli Koçhisar'daki üniversiteyi kazanmıştı. İzmir nere... Koçhisar nere... O zamana kadar anasının dizinin dibinden ayrılmamış canım yavrum otobüsle on saatlik yol uzaklığında okulda okuyacak... nasıl olacaktı...
Günlerce düşündük babasıyla... Geceler boyu uyumadık... Çözüm yoktu... Herkesin çocuğu nasıl gidip uzaklarda okuyorsa benim kızım da elbet yapabilirdi...
Okula kaydını yaptırdık... İyi güzel de nerede kalacak bu çocuk... Öğrenci yurdunda elbet...
Bu arada şu an yazımı yazarken sabah haberlerinde iç acıtıcı bir haber:
Erzurum Muratçayırı mahallesinde dört kızı olan bir baba çocuklarının okumasını istiyor. Ancak okula gitmesi için köprüsü olmayan bir çayı geçmek zorunda... dizinden yukarı boyda gürül gürül akan suda paçalarını sıvayıp teker teker sırtladığı kızlarını karşıya geçiriyor. Hırçın akan sudan korkan küçük kızı haykırıyor "Baba gözlerimi kapat, gözlerimi kapat!.."
Çocuk okutmak zor bu memlekette. Öyle ya da böyle...
Neyse dönelim bizim meseleye...
Öğrenci yurduna başvurduk... yedeklerde sıra çıktı. Okula telefon ettim... "Bu ne demek?"
Yanıt geldi... "Efendim kaydını yaptırmaktan, ya da yurtta kalmaktan vaz geçen olursa boşalan yeri verebiliriz demek"
"Peki... ya kimse vazgeçmezse!"
Yanıt ".........."
Senem'i de aldığımız gibi bindik arabaya, düştük yola... önce kayıt yaptırmak için Aksaray'a gittik. Daha kayıt aşamasında türbanlı genç genç hanımlar sardı çevremizi. Sordular nerede kalacak diye... "Bilmiyoruz" dedik. Başladılar bir bir sıralamaya...
Dörder katlı kaloriferli, konforlu, sıcak sulu yurtları varmış. Her öğrenci grubunun sorumlu olduğu ablaları varmış. Bu ablalar onların her şeyi, her ihtiyacı ile ilgileneceklermiş... anlattıkça anlatıyorlar... Bir de tatlı dilliler.
"Biz hele bir oraya gidelim, belki çözüm buluruz." dememize rağmen ısrarla telefon numaramızı istiyorlar, kartlarını veriyorlar. Karşı koymak imkansız. Kırmamak adına bir şey diyemiyoruz. En sonunda yanlış bir numara verdim de kurtulduk...
Yeniden düştük yola, vardık Koçhisar'a...
Okulun tam karşısı eski köy... Yeni yerleşim bir kaç km. uzakta, apartmanlar var. Köyde eski köy evleri...
Bakkallar herkesi tanır, her şeyi bilir dedik vardık köy bakkalına. Derdimizi anlattık.
Bakkal dedi "Burası köy, burda herkes kendi evinde oturur. Burda kiralık ev olmaz "
Kolumuz, kanadımız kırılmıştı...
Orada bulunan genç bir adam "Sizin durumunuza çok üzüldüm. Aynı bahçe içinde sırtsırta iki evin birinde biz, diğerinde babam yaşıyordu. Altı ay önce babam öldü. Eşyası da var. Eşime bir sorayım..." dedi, gitti...
Az sonra geldi. Eşi kabul etmiş.
"Bizim de üç çocuğumuz var.Onların duası bize yeter." demiş. Bizi de aldığı gibi evine götürdü. Pırıl pırıl tertemiz yüzlü insanlar. Eşi bize çay yaptı, börek eşliğinde karnımızı doyurdu... Evi gösterdiler... daha iyisi Şam'da kayısı...
Üç yıl boyunca kızıma anne- baba oldular. Hâlâ selamlaşırız arada... Her aklımıza geldiğinde dilimizden "Allah razı olsun" u da eksik etmeyiz...
Biz şanslıydık, böyle vicdanlı iyi insanlara denk gelmiştik... ya ablalara emanet etseydik...
Onbeş Temmuz'da gördük sonuçlarını...
Siz okulu açar da, yurt sorununu çözmezseniz çocukları öyle cemaatin kucağına atmış olursunuz işte!...
Sonuçta demiştim ya:
"Çocuk okutmak zor bu memlekette. Öyle ya da böyle..."
#hulyasezgin
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.