Bakü’de bir Atatürk Merkezi…
Bakü’de bir
Atatürk Merkezi…
2-Devam…
Binalardan sıkılınca şehir dışına gidelim dedik. Deniz kenarlarına sıfır bina yapıyorlar, keşke yapmasalar… Yol boyunca kenarlarda hisar dedikleri 2m. Yüksekliğinde süslü beton setler var. Şehrin iç kısmını göremiyorsunuz!.. Mehemmedi Köyü’ne geldik. Dağın eteğinde gaz sızıntı var, devamlı yanıyor. Yanardağ diyorlar. Oradaki hanımla söyleştik “Kışın kar yağdığında pek hoş oluyor.” diyor... Bence de… Olcay benimle şakalaşmayı pek seviyor. Çekildiğim her kare fotoğrafa aniden dalıyor. Olsun o benim çocuğum. Çok sevdim, girebilir fotolarıma… Alev’i de çok sevdim. O da artık benim manevi kızım…
Oradan Hazar Denizi kıyısında bir sayfiye yerine geldik. Deniz kenarındaki kumlar iri iri…midye kabukları ise minicik. Renkli taşlarla birlikte mini midye kabuklarından topladık. Bir kadehe koyacağım. Arasına kurutulmuş çiçekler serpiştireceğim üzerini streç filmle kapatıp masama koyacağım. Bakü hatırası. Bir de size sır vereyim… ben gittiğim bir yerden taş getirirsem oraya tekrar gidiyorum…
Çekilmiş deve ile inek eti ve kıyılmış işkembeden (karın diyorlar)ayrı ayrı hazırlanmış içler ile puf böreği gibi küçük küçük börekler yapıp fırında pişiriyorlar. Adına qutab diyorlar. Pek lezzetli oluyor. “Abla bizde bir kişi 20 tane yer bundan.” demişti de inanmamıştım Nevai’ye, vallahi ben de en az o kadar yedim… Bir de su bardaklarına bir çeşit yoğurt mayalıyorlar biraz tatlımsı çok hoş bir yoğurt… ona da “katık” diyorlar. Diğer arkadaşımız Ilgar Akbarov ise bir kolejde öğretmen. Her gün bizimle olamadı diye üzülüyor. Ama bu gün o da bizimle. O da bir can kardeş. Burada da tuz gölü var. Ancak iyot oranı yüksek olduğundan rengi kırmızı. Tuz üretiyorlar…
Dönüşte Masazır Belediyesine uğradık. Başkan Siyanter Aliyev, eski güreş şampiyonu imiş. Çok aktif. 33 bin nüfuslu bir ilçe ama başkan arı gibi çalışıyor. Şapka çıkartılacak türden. Klasik Türk hamamı yapmışlar, göbek taşı bile var… Tepesinde kubbelerin arasında gün batarken çaylarımızı içtik. Çok hoş, farklı bir deneyimdi…
Gelecekte kültürel anlamda neler yapabiliriz diye konuştuk başkan Aliyev’le. İzmir’deki belediyelerle tanışmalarını ve birlikte faaliyetler yapmayı planladık. Sabah kahvaltıya ısrarla beklediklerini söylediler. Gittik… İnşaat mühendisi hayırsever iş adamı Hacı Muharrem Novruzov’un konuklarıyız bu kez. Sofrada yok yok! Su değirmeninde öğütülmüş tam undan yapılmış yufka ekmeklerinin arasına ne sarıp yiyeceğimi şaşırdım. Tam organik kendi ürettikleri lezzetli balları, petekli. Muharrem bey peteğin hepsini yememizi önermiyor. Çünkü kovana plaka halinde parafinden yapılmış petek koyuyorlarmış. Arı onun üzerine peteğini devam ediyormuş. O yüzden orta kısım kanserojen, yenilmesi sakıncalı. Peteğin üstünden arının yaptığı kesimi bıçakla sıyırarak bize ikram ediyordu . Demek ki emin değilsek petekli satılan balların peteğini yememek gerekmiş…
Camış yağı, sadeyağ, tereyağ, kaymak… yumurta, domates, zeytin, çeşit çeşit peynir, pestil, ceviz, reçeller… daha neler neler… hepsi lezzetli… hepsi organik… hangisinden yiyeceğimi şaşırdım. Yemin ederim benim kadar çok iştahlı bir insan burada artık “Gene mi yiyeceğiz?” demeye başladıysa ağırlanmanın gerisini siz düşünün! Vallahi yemek yemekten yoruldum. Et ağırlıklı besleniyorlar, sofrada bol yeşillik mutlaka geliyor. Ama kardeşim etlerde bir lezzetli… Ben İzmir’de öyle lezzetli et yemedim…
Hacı Muharrem bey 1991 yılı savaş zamanında Antalya’ya çalışmaya gitmiş. Ancak iş bulamamış. Bir ay aç kalmış, garibanların kaldığı otelde kalıyormuş. Bir dilenci varmış orada. Onların aç olduğunu bilirmiş. Akşam olunca otel kapısından içeri girince “miyaaaav” dermiş. Elindeki ekmek arası döneri sessizce bunların yanına bırakır gidermiş. Hiç konuşmazmış. Sadece akşam olunca miyaaav ve arkasından dönerli ekmek…
Bir de ayakkabı boyacısı varmış. Arada sırada da o ekmek getirirmiş. Başka durumu iyi olduğu halde ilgilenmeyenlerin yanında bu garibanlar onun gibi aç kalanlara ekmek getirirlermiş…
Sonra bir gün parlak rantı olan bir arsanın sahibine “Ben size bir villa yapmak istiyorum. Emeğimin karşılığı para istemiyorum. Öyle bir villa yapacağım ki örnek olacak ve herkes bana villa yaptırmak isteyecek…” demiş ve yapmış. Çünkü inşaat mühendisi. Dediği gibi olmuş. Herkes ona yaptırmış villasını. Çok para kazanmış. Azerbaycan’a gelmiş. Arsalar almış, iş kurmuş…. Şimdi durumu çok iyi… Okul, spor kompleksi, hamam, yol vb. pek çok şey yapıp belediyeye bağışlıyor ve pek çok öksüz çocuğa bakıyormuş… O söylemek istemiyor, “Yapılan hayır reklam gibi anlatılmaz.” diyor. Tanıyanlar söyledi bize…
Yıllar sonra Antalya’ya gitmiş. Aramış o dilenciyi bulmuş. Önünden geçerken mendiline 200 dolar bırakmış. Dilenci şaşkınlıkla bakınca “Miyaaavvv” demiş. Kucaklaşmışlar. Sonra her gün ona öyle para vermiş. Ayakkabı boyacısını ise bir otel kapısında bulmuş. Ona da gene para verince adam ellerine sarılıp ayakkabısını boyamaya yeltenmiş. Hemen adamı ayağa kaldırıp sarılmış ve demiş ki “Sen benim zamanında karnımı doyurdun, önümde eğilip ayakkabımı boyatmam sana.”… Çok etkilendim…
Kameramanımız Olcay çok esprili…sanki yanımda Cem Yılmaz var… O güldürmeyi çok seviyor, bense gülmeyi… muhabirimiz Alev ise ikimize birden gülüyor. Telefon etmeye “zengeyleme” diyorlar. Olcay bunu duydu ya bütün gün “Abla beni zengeylecenmiii?” diye soruyor. Bahçeye çöl diyorlar. “Uçak inecek” yerine “Uçak düşecek” diyorlar. Hatta bir keresinde hostes “Uçağımız birazdan Bakü’ye düşecek” diye anons edince bütün yolcular çığlık atmışlar korkudan… Elbet bazı kelimelerimiz de onlara tuhaf geliyor… biz onlara, onlar bize gülüyor…
Beni orada en çok etkileyen ise Atatürk Merkezi idi. Atatürk’ümüzü çok seviyorlar, sayıyorlar, örnek alıp sahipleniyorlar. Merkez doğrudan Cumhurbaşkanlığına bağlı muhteşem tarihi bir bina. Merhum Haydar Alivey “Atatürk’e yakışan bir yer olsun.” demiş. Şair Refail İnceyurt başkanlığında; Prof. Dr. Nizami Caferov, milletvekili, bürokrat, şair, gazeteci ve yazarlardan oluşan kalabalık bir grup ile toplantı yaptık. Ümit bey yaptığı konuşmada derneğimizin amacından söz ederek gelecekte birlikte yapabileceğimiz sanatsal etkinlikleri söyledi. Atatürk Merkezi’ni görmekten duyduğumuz mutluluğumuzu dile getirdi.
Bana söz verildiğinde ise “Politikacıların söylemlerinin dışında birbirimize gidip gelerek, sanatsal faaliyetler yaparak, tanışıp anlaşarak ancak tek millet olabiliriz. Dünyaya barış ancak sanat yoluyla gelir” diyerek konuk ettikleri için teşekkür ettim. Şair-yazar gazeteci Zarangiz Mansurova hanımla tanıştık. Çok hoş bir hanım olan şair-yazar Salatın Ahmedli sağ olsun yakın ilgi gösterdi, kitaplarından hediye etti.
Dört harika gün bir çırpıda geçmişti. Doyamadık… 2013 yılında sanatsal bir etkinlikle tekrar gideceğiz inşallah. Hem biliyorsunuz Hazar denizinin kenarından taş da almıştım… Ben gittiğim yerden taş alınca ne oluyorduuuu…
Hülya Sezgin / Kültür Sanat Bölüm Yönetmeni
www.haberhurriyeti.com
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.