Bir Cumhuriyet yazısı
Bir Cumhuriyet Bayramını daha kutladık. Bir kısmımız bayramın içine Atatürk’ü katarak kutlamayı tercih ederken, bir kısmımız (ne yazık ki bazı resmi kurumlar da dâhil) kutlama mesajlarında “Gazi Mustafa Kemal Atatürk” adını anmaktan kaçındılar. Bu elbette sehven olmadı. Çünkü “Cumhuriyet” tanımı içinde Atatürk’ten söz ederseniz, o yol sizi parlamenter demokrasiye çıkarıyor. Tek adam rejimine değil.
Cumhuriyetin ilanı devrimler içinde en önemli olanıdır. Bir kesim bu devrimi (diğer devrimler gibi) jakoben (tepeden inmeci) bir devrim olarak kabul eder, ki haksız da değiller. 600 yıl saltanatla yönetilmiş ve genlerine sultan-kul ilişkisinin kazındığı bir toplumun zaten “halk oyuyla seçilen parlamenter sistem” talebi üretmeyeceği düşünüldüğünde, devrimlerin jakoben nitelikli olması doğaldır. Toplum başka bir yönetim sistemine şahit olmamıştır ve diğer sistemler hakkında fikir/bilgi sahibi değildir. Diğer yönetim sistemlerine aşina olan marjinal denecek kadar az sayıdaki aydının da toplumu dönüştürmesine/bilinçlendirmesine imkan yoktur.
Toplumun “Atatürk’ten pek hazzetmeyen” kesiminin yakın zamana kadar temel argümanı “halifeliğin kaldırılması ve toplumsal hayatı yeniden düzenleyen” devrimlerin hayata geçirilmesiydi. Bugün Atatürk’ün Cumhuriyet bayramında bile anılmamasına yeni ve pratik bir argüman daha eklenmiş oldu: Başkanlık sistemi!
Atatürk adını TBMM’den ayrı sarf edemezsiniz. Kurtuluş savaşına başlarken TBMM’yi kurmuş birini parlamenter sistemden söz etmeksizin düşünmek olanaksızdır. Hem de öyle bir meclis ki, Gazi Mustafa Kemal’in sert ve ağır sözlerle eleştirildiği, karşıtların da sistem içinde olduğu bir meclis. 600 yıllık saltanat ruhuna taban tabana zıt, kararların oylamayla alındığı yapı. (Ayrıntılı bilgi için 1985 yılında İş Bankası Yayınları tarafından basılan dört ciltlik “TBMM Gizli Celse Zabıtları” setine başvurabilirsiniz. Basıldıktan kısa süre sonra toplatılmış olup basılan 7000 takımdan ender kalanlardan biri kütüphanemde mevcuttur. Şansınız varsa sahaflardan veya internette dolaşan PDF kopyalardan edinebilirsiniz.)
Cumhuriyet’le Atatürk adını yan yana kullandığınızda seçme ve seçilme hakkını Avrupa’dan daha erken alan kadınlardan ve onların toplumdaki görünürlüklerinden, genişleyen varlık alanlarından söz etmeniz gerekir. Bu da doğal olarak kadını “mal” olarak gören, onu eve kapatıp “karnından sıpayı, sırtından sopayı” eksik etmemek gerektiğini öğütleyen “Emevi” kafanın işine gelmez.
Çok partili parlamenter sisteme geçmek elbette sancılı ve zor olmuştur. İktidar eliyle rakip partiler kurulmuş, kısa süre sonra kapatılmıştır. Doğru yaklaşım her dönemi kendi paradigmaları ve bağlamı içinde düşünmektir. Bugünden bakarak 1920’li, 30’lu yılları yargılamak kimseyi sağlıklı sonuçlara ulaştırmaz.
Bugün veya geçmişte “tek adam” otoriter rejimiyle yönetilen birçok ülkenin künyesinde “cumhuriyet” tanımına rastlarsınız. “Çin Halk Cumhuriyeti” alışık olduğumuz cumhuriyet tanımını karşılamaz. Tıpkı geçmişteki SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) gibi… Halkın göstermelik oy kullandığı Arap ülkeleri ya da diğer diktatörlüklerde…
Atatürk “Cumhuriyet’le” yan yana anılmıyorsa bilin ki orada ilkel tek adam rejimine, otoriter yapıya, herkesin kaderinin birinin iki dudağı arasında olmasına ve baskı iklimine duyulan hasret var demektir. Buna Osmanlı güzellemeleri eklendiğinde arzulanan düzenin hükümdar-kul ilişkisinin yeniden tesisi ve tüm devlet gücünün tek elde toplanması amacının güdüldüğü su götürmez.
Atatürksüz bir Türkiye Cumhuriyeti'nden, Türkiye Cumhuriyeti olmaksızın bir Atatürk’ten söz edilemez!
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.