Çocukluğumun yarası: Kirazlı
Ortaokul 2. sınıftayım. Hayır hayır ilköğretim 7. sınıftayım. 8 Yıllık İlköğretim uygulamasının pilot okulu İzmit Akmeşe Temel Eğitim Yatılı Bölge Okulu’nda okuyorum. Çanakkale Kirazlı Yatılı Bölge Okulu’ndan tamamı 6. sınıf öğrencisi 30 arkadaşımız okulumuza geldi. Okulun en çalışkan ve hareketli öğrencilerinden idim. Kısa zamanda Kirazlı’dan gelen öğrencilerle arkadaş oldum. Bir alt sınıfta olmasına rağmen yaşça benden büyük olan Akif abim vardı. Kurban Bayramı son baharda idi. Kış tamamen bastırmamıştı. Akif abi; "Adem bu bayram Kirazlı’ya gidelim" dedi. “Olur” dedim. Bu benim ilk şehirlerarası yolculuğum olacaktı. Öncesinde sadece Adapazarı’ndaki amcama gitmiştim ki köyümüz Adapazarı ile İzmit arasında olduğu için Adapazarı bizim için yabancı değildi.
Yatılı okul hariç köyden ilk defa dışarı çıkacaktım. Ailemden izin ve eşya almak üzere Akif abi ile birlikte bizim köye geldik. Rahmetli babam köye 2.5 km mesafede yol üzerindeki tarlamızda çift sürüyordu. Babam bizi görünce zamansız gelişimden tedirgin oldu, traktörden indi; "Hoşgeldiniz çocuklar" dedikten sonra ben hemen konuya girdim. "Baba, ben bu bayramda Çanakkale’ye Akif abimle onların köyü Kirazlı’ya gitmek istiyorum" dedim. Her zaman başı dik olan babam başını eğdi gözlerime bakmadan, "Git oğlum" diyebildi. Misafir arkadaşımdan çekinmeseydi ağlayabilirdi. Eminim ki biz ayrıldıktan sonra da doyasıya ağlamıştır.
Babamın yanında pek fazla durmadan köye geldik, sıra anneme söylemeye gelmişti. Anneme nasıl söyledim bilemiyorum en azından hafızamda yer eden farklı bir tavır sergilememişti. Annem, babam izin verdiyse kesinlikle ona uyardı. Bu arada söyleyeyim annem çok katı biridir. Kolay kolay ağlamaz. Ancak annem evimizin sofrasında yerel ifade ile ağartımızı sağlayan ineklerimizi çok severdi. Çok iyi hatırlıyorum. Bir ineğimiz vardı, satmak zorunda kaldık. İneği kamyona bindirmek için evimizden 300 metre kadar aşağıda bir rampayı kullanacaktık. İneğin yularından babam tutup çekerken annemle birlikte arkasından gidiyordum. Annemin gözlerinden damlayan yaşları gördüm.
Konuyu dağıtmayalım. Kirazlı yolcuları kalmasın. İlk şehirlerarası yolculuğum. Yatılı okulda okuduğum için evden uzakta olmaktan çekinmiyordum ancak yolculuk boyunca babamı düşündüm. Çünkü çok iyi biliyordum bensiz keseceği kurbanının ilk kavurmasını yerken yutkunacaktı. Annem ise babamın yutkunmasını fark edip yaşlı gözlerine bakacak, onun gözyaşlarına arkadaşlık edecekti.
İzmit’ten Çanakkale ili Çan ilçesi Kirazlı köyüne yolculuğum başladı. Yolculukta tek hatırladığım Yalova’dan Bursa’ya giderken yolun solundaki bakımlı elma fidanları idi. Otobüsümüz arabesk parçalar eşliğinde Bursa’ya doğru tırmanıyordu. Biga’ya geldik. Dönüş için plan yapıp sözleşerek Mücahit’i orada bıraktık. Biga’dan Kazdağları’na daldık, Çan’a geldik. O zamanlar Çanakkale otobüsleri sahilden gitmez, Biga’dan Çan’a gelir oradan Çanakkale’ye giderdi.
ilk defa çam ormanı görüyordum. Değil Türkiye’nin, dünyanın oksijeni en bol bölgesinden geçtiğimizi o zamanlar bilmiyordum. Kirazlı köyüne geldik.
Kirazlı, Çan ile Çanakkale arasında bir Yörük köyüdür. Çan tarafından gelişte bir iki kilometre solda Kirazlı köyü, yolun hemen sağında ise Kirazlı Yatılı Bölge Okulu vardı.
Kirazlı köyünde Akif ile birlikte Naci adlı bir arkadaşım da vardı. Akif abilerin evi eski ve küçük idi. Bir haftaya varan bayram tatilimi kah Akif abilerde kah Naciler'de geçirdim. Akif abilerin evi ne kadar küçük ise Naciler'in evi de o kadar büyüktü. O zamanlar Naciler'in evi betonarme idi, hatta iki evleri vardı. Birinde Naci ile beraber kalırdık. Köyden hatırladığım çam ormanları haricinde köy kahvesinde bir Kore gazisinin anlattıkları idi. Gazi amcanın ağzından çıkan hiçbir kelimeyi hatırlamıyorum ancak annemden dinlediğim Hazreti Ali cenklerinden sonra en çok heyecanla dinlediğim hikayelerdi.
Naci’nin abisinin kamyonu vardı. Tomruk taşırdı. Bir gün Çanakkale’ye beni de götürdü. Ne hoş bir yolculuktu. Çanakkale’de tomruklar indirilirken Naci’nin abisi beni bir lokantaya bıraktı. "Ne istiyorsan ye" dedi. Biraz sonra beni almak için döndüğünde hesap ödemek için kasaya gitti. Ne yediğimi sordu. Sadece bir tabak ıspanak yemişim. Naci'nin abisi "Adem, koskoca lokantada bula bula yiyecek sadece ıspanak mı buldun?" dedi. Belki kurban sonrası olduğundan evde çok et yediğim için dışarıda ıspanak yemeyi tercih etmişimdir ama o yıllarda her lokantaya gidişimde ıspanak yerdim.
Güzel bir tatilden sonra İzmit’e dönüş yolculuğu başladı. Kirazlı çam ormanlarını geride bırakarak Biga’ya geldik Mücahit’i de aldık. İzmit’e geldik. Terminalde indik. Akmeşe arabalarına binecektik. Ben "amcama gidelim" diye tutturdum. Çünkü bayramda amcamı görmemiştim. Naci, Mücahit, Akif Abi ellerimizde büyük bavullarla çıktık İzmit’in Cedit mahallesinde oturan amcamın evine. Kan ter içinde kalmıştık, amcam evde yok. Amcam o zamanlar büyük halamın oğlu Ali Dayımın evinde oturuyordu. Bizi evin önünde Ali dayım karşıladı. Ali dayımı tanımıyordum bile. Ali dayım “Oğlum amcan köyden daha dönmedi” dedi. "Ama ben sizi bırakmam. Bu gece bizim evde kalacaksınız” dedi. Bizi göndermedi. Ali dayım da rahmetli oldu yengem de. Her ikisine de Allah rahmet eylesin. Yolculuğun yorgunluğunu bir gece yatarak atmış, dinlenik vaziyette kalktık. Yengem çok güzel bir kahvaltı sofrası hazırlamış. O zamanlar kuzine sobalar şehirde de vardı. Gözümün önünden hiç gitmiyor. Alzaymır hastası gibi o eski sahneyi çok iyi hatırlıyorum. Ali dayım sobada kızaran ekmeklere yağ sürüp hep bizlere veriyordu. Kendisi bir lokma yemeden bizleri kızartıp yağladığı ekmeklerle doyurdu.
Gündüz gözüyle Akmeşe arabalarına binip okulumuza geldik. Ertesi gün Sosyal Bilgiler dersinden imtihan vardı. O gece uyumadan yatakhanede ders çalıştım. Girdiğim Sosyal Bilgiler imtihanından da en yüksek notu aldım her zamanki gibi.
Yıllar sonra acı bir haberle irkildim. “Naci suda boğulmuş”. Aklıma ilk gelen Naci’nin annesi oldu. Kimbilir oğlunun haberini alınca feryadı nasıl çam ağaçlarının uğultusu arasında Kazdağları’nda yankılandı.
Çanakkale’ye defalarca ziyaret ekibi götürdüm. Tabii ki otobüslerle gittiğim için Kirazlı’ya uğrama fırsatı bulamadım. Üç yıl önce Ali Amcamın oğlu Murat, ailesi ve ben hanımımla birlikte Çanakkale’ye gidişimizin dönüşünde Çanakkale’ye uğradık. Naci’nin ailesini buldum. Çarşı merkezde güzel bir dükkan işleten ailesi ile görüştüm ancak hayatta olan anne ve babasını görüp ellerini öpemedim. Hele hele yıllar önce bize varını yoğunu veren, beni oğullarından ayırmayan Naci’nin annesini görmeyi o kadar istiyordum ki. Çocukları ile yaptığım istişare sonucunda karşısına Naci’nin arkadaşı olarak çıkamadım. Ve yola devamla çocukluk hatıralarımın geçtiği Kirazlı köyüne gittim. Köyde sadece Koreli Gazi amcayı dinlediğim kahvehane kalmış. Çam kokularını içinize çeke çeke kıvrım kıvrım giden yol kalmamış. Yeni yol yapılmış Çan’a oradan Biga’ya kadar. “Kirazlı’da ağaçlar kesiliyor” haberi benim için sadece ağaçları kesmedi. Kirazlı’da yaşadığım hatıralarımı kesti, Naci’nin annesinin feryadına eşlik eden çam ağaçlarını kesti.
Naci kardeşim mekanın cennet olsun. Şu anda “Kirazlı’da ağaçlar kesiliyor” haberini duyan Naci’nin annesini düşünüyorum. Oğlunun acısına dayanan anne yıllar önce feryadına eşlik eden çam ağaçlarının acısına ne kadar dayanabilecek?
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.