Dayatmalara karşı direncimiz zayıfladı...
Tayyip Erdoğan ile AKP ekonomik ve siyasi sorunlarla fena sıkıştı. Bunun muhtemel sonuçlarını kısaca değerlendirelim:
Ekonominin acil ihtiyacı olan döviz girişi olabilmesi için “dış güçler” ile anlaşma mecburiyeti olduğu kabul edilecek.
Böyle bir anlaşmanın olabilmesi için, ilk şart Türkiye’nin “hukuk reformu” yapması olacak. Bu beni rahatsız etmez. Ülkemizde hukukun üstünlüğü ilkesinin işlemesi, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı için doğru bir hukuk reformu yapmak, zaten olması gereken bir şeydir.
“Hukuk reformu” adı altında, halen tutuklu olan Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılması gibi, belli konularla sınırlı bir beklenti içinde olanlar var.
Oysaki hukuk reformunun temelinde, bu davalar da dahil, yargı üzerinden siyasilerin elini çekmesi, “tabii hâkim ilkesinin” tam olarak uygulanması, hakimlerin karar verirken evrensel hukukun temel ilkelerini gözetmesi olmalıdır. “Kişiye özel hukuk” uygulanması savunulamaz.
Dünyada hiçbir medeni ülkede olmayan bir boyuta erişmiş olan, “Cumhurbaşkanına hakaret davaları” konusunda atılacak adımlarla güven verilebilir. Öncelikle, istisnai haller dışında, Cumhurbaşkanının en sert eleştirilere bile şikayetçi olmaktan vazgeçmesi ve savcıların dava açmaması gerekiyor.
İkinci baskı konusu olarak, “Kürt Sorununun müzakere ile çözülmesi” bir başka ifadeyle “yeni çözüm süreci” dayatmasıyla da karşı karşıya kalabileceğiz.
Üçüncü konu, ABD Biden döneminde, Suriye’de ortağı olan PKK’nın devletleşme sürecini tamamlamak istiyor. Projenin devamı olan “Büyük Kürdistan Projesinin” Türkiye ayağını gerçekleştirmek için “yeni çözüm süreci” dayatmasında bulunacak. Ayrıca dış politikada Suriye, Doğu Akdeniz, Libya, S-400 gibi konularda taviz isteyecektir.
* * *
Devletimiz iyi yönetiliyor olsa ve güçlü bir ekonomiye sahip olsak bu baskı ve dayatmalara direnmemiz daha kolay olurdu.
Daha iyi yönetim için ortak akla, dış baskılara direnmek için milli birlik ve beraberliğe ihtiyaç vardır.
Oysaki, Türkiye’de “Millet bir kişiyi seçti, geride kalan her şeyin seçimini ve kararını o kişinin yapmasına razı oldu” anlayışı ile demokrasiden hayli uzak bir yönetim tarzı uygulanmakta.
Ekonomimizin kırılgan yapısı da hukuk reformu ihtiyacı da bu yönetim anlayışının ürünü. Bu yönetim anlayışından uzaklaşsak, kırılganlığımız ve dış güçlerin müdahale hevesi azalacak.
Özetle, sistemsiz “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” dış güçlerin baskı ve dayatmaları karşısında direncimizi kıran en büyük zaafımızdır.
* * *
CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİ TALİHSİZLİK
Mevcut iç ve dış şartlar altında, Erdoğan’ın tek adam olduğu “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” Erdoğan için de tam bir talihsizlik.
İç politika açısından, Cumhurbaşkanlığı Sistemine göre Cumhurbaşkanı seçilebilmek için en az yüzde 50 artı bir oya ihtiyaç olması, Erdoğan’ın seçilmeme riskini artırıyor.
Bu sistem yüzünden Cumhur İttifakına ve MHP’ye mecbur olması AKP içindeki bir kesimi de çok rahatsız ediyor.
Nitekim bu mecburiyet yüzünden, Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Üyesi Bülent Arınç son görevinden istifa etmek zorunda kaldı. Arınç daha önce Başbakan Yardımcısı, TBMM Başkanı olarak görevler yapmış, “özgül ağırlığı fazla” bir AKP’li idi.
Arınç’ın “Hukuk Reformu” yapılmasına destek veren sözleri ilke bazında doğruydu. Ancak Kavala ve Demirtaş’ın tahliye edilmesini savunması tepki topladı. Özellikle MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Arınç’a çok ağır ifadelerle söyledikleri sözlerden sonra Erdoğan Bahçeli ile Arınç’tan birini tercih etmek zorunda kaldı. MHP’nin desteği daha önemli olduğu için şimdilik Arınç’ı feda etti.
Ancak anketlere göre AKP ve MHP oylarının toplamı yüzde 40 civarında. AKP, MHP’den vazgeçemez halde fakat MHP varken yanına başka müttefik alamıyor. Bu formülü çözmesi neredeyse imkânsız.
* * *
Dış ilişkilerde ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan baskı ve dayatmalara muhatap olduğunda, sorumluluğu Meclis’e veya başka kurumlara atıp sıyrılamıyor. Çünkü “her konuda Türkiye’nin tek yetkilisi” olduğu algısı hâkim. Bu algıdan, “zavallı Obama veya Trump’tan daha yetkili” olmaktan Erdoğan da mutlu.
Erdoğan, ülkemizde tutuklu olan Alman vatandaşı gazeteci Deniz Yücel’i isteyen Merkel’e ve “Rahip Brunson’u bize verin” diyen Trump’a direnemedi. Önceki kesin sözlerinin tersine baskılara boyun eğmek durumunda kaldı.
Çünkü “Türk yargısı bağımsız ve tarafsızdır” diyemedik, dedikse de inandırıcı olamadık.
Oysa AKP iktidarının başında, yani parlamenter sistem varken, TBMM 60 bin ABD askerinin Türkiye’ye yerleşmesi ve Irak’a buradan müdahalesini öngören tezkereyi kabul etmemişti. Tezkerenin kabul edilmemesinden sonra, ABD’nin ağır baskılarını Erdoğan “ben yapmadım, TBMM yaptı” diyerek göğüsleyebilmişti.
Erdoğan bu gerçeği görüp, güçlerini kaybetmek pahasına parlamenter sisteme dönüşü kabul edebilir mi? Bu ihtimal ne kadar zorda olduğuna bağlı.
Bir dönem daha devam edebilmek için, yetkilerini çok fazla kaybetmeyeceği, “Türk tipi parlamenter sistem” çalışması yaptırdığı kanaatindeyim.
Ancak Anayasa değişikliği için küçük ortağının desteği yetmiyor. Mecliste O’nun isteyebileceği bir “Türk tipi parlamenter sistemi” kabul edebilecek bir muhalefet partisi yok. Bu ortamda bir referandumu da göze alamaz.
Erdoğan’ın yapması gereken ilk şey, parlamenter sistemdeki yetkilerle kısıtlanmayı kabul etmektir.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.