Devletin açıklamalarına güvenmiyoruz
Salgının başlangıcında en güven duyulan bakan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca idi. Fakat süreç ilerledikçe Sağlık Bakanının salgın ile verdiği istatistiki bilgilerin hayatın içindeki gerçeklikle bağdaşmadığı fark edildi.
Türk Tabipleri Birliği resmî açıklamaların doğru olmadığını anlatmaya çalıştıkça “hain” suçlamalarına muhatap oluyordu. TTB gerçek rakamların resmi açıklananın 10 katı kadar olduğunu söylüyordu, haklı çıktı.
Üstüne İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’daki bulaşıcı hastalıklardan ölüm sayılarını açıklaması artık mızrağın çuvala sığamaz olduğunu gösterdi.
Sağlık Bakanlığı gizlediği “vaka sayısını” açıklamak zorunda kaldı. Açıklanan “hasta sayısına” göre göre salgında Avrupa’da “en başarılı ülke” olarak gözüken Türkiye’nin “vaka sayısı” itibariyle “Avrupa’nın en kötüsü” olduğu açığa çıktı.
Başta Almanya olmak üzere, AB ülkelerinin Türkiye ve Türk vatandaşlarına uyguladığı kısıtlamalarda haksız olmadığı anlaşıldı.
Zaten hepimizin çevresinde artan vaka, hasta ve ölüm sayıları durumun vahametini gösteriyordu. Virüse yakalanan veya ölen dostlarla ilgili haberler yüzünden Facebook’u açmaya korkar hale geldik. Herkeste “çember daraldı” kanaati oluştu. Bu ortamda “hasta sayısı” olarak verilen rakamların hiçbir inandırıcılığı kalmamıştı.
Sağlık Bakanı günlük 2-3 bin kişi mertebesinde olan hasta sayısı yerine 30 bin’e yakın vaka sayılarını bildirince, kendisine en çok inananların gözünde bile, güven kaybına uğradı.
Şimdi günlük 30 bin civarındaki vaka sayısına ve resmi ölüm sayılarına da güvenilmiyor.
Çünkü İstanbul Mezarlıklar Müdürlüğü de günlük açıklama yapmaya başladı. Buna göre sadece İstanbul’da “salgın hastalıktan” ölenlerin sayısı Bakanlığın Türkiye’de covid-19’dan ölenlerin verdiği sayı kadar.
Bir de daha önce gerçeği gizlediği tecrübe edilmiş bir Bakanın verdiği rakama kim inanır?
Bu inandırıcılık kaybı sadece bakanın şahsi itibarı yönünden sakıncalı olsa önemli saymayabilirdik. Ama idareye olan güven kaybı salgınla mücadeleye de ciddi zarar verdi.
Çünkü hepimiz biliriz ki, yanlış verilerle doğru tedbir kararları alınamaz.
******************************
REFORM YAPILACAĞINA DA İNANDIRAMIYORLAR
On gün önce yazdığım köşe yazısında HUKUK REFORMU YA-PA-MAZ-LAR başlığını kullanmıştım. Benim bu güvensizliğimin halkımızın çoğunluğunda da mevcut olduğu anlaşıldı.
Sadece halkımızda mı var bu güvensizlik?
Ak Parti kurucularından, eski Adalet Bakanı ve TBMM Başkanı olan Cemil Çiçek bile aynı kanaati paylaştı: “Bize topyekûn bir tevbe-i nasûh lazım. Reform kelimesi çok aşındı, kimse bir şey beklemesin.”
“Reform” kelimesini aşındıran kim? Elbette AKP hükümetleri. Olağan yasal düzenlemelerin çoğunu “reform” diye ambalajlayıp sundular. Hatta birbirine zıt düzenlemeleri yaparken her ikisine de “reform” demekten çekinmediler.
Bazı “reform” paketlerinin de içi boş çıktı. En son 30 Mayıs 2019’da Saray’da yapılan tantanalı toplantıda Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı “Yargı Reform Stratejisi”ni açıkladılar. Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun da Saray’a koşup, coşkuyla desteklediği bu reformdan ne çıktı?
Birkaç rutin yasal düzenleme yaptılar. AKP’nin Barolarda etkinliğini artırmak için istediği “çoklu baro” yasasını çıkardılar. Bugün şikayetçi olduğumuz temel sorunlarda bir değişim olmadı.
Yönetimin yargı üzerindeki müdahalesi azalmadı, arttı. Sulh Ceza Hakimlikleri, tabii hâkim ilkesine aykırılıklar gibi sorunlar devam ediyor.
Anayasa Mahkemesi kararını uygulamayan, siyasi davalarda “yürütme ile uyumlu kararlar veren” hakimler ödüllendiriliyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Türkiye’de siyasetin yargıya baskı yaptığını belirten kararlar” veriyor.
Ama yeniden Avrupa’ya yüzümüzü dönmek ihtiyacı duymaktalar. Çünkü Avrupa’nın parasını Türkiye’ye çekmek için bu şart.
İbrahim Kalın’ın ifadesiyle “Demokratik hak ve özgürlük standartlarını yükseltecek bir şekilde yeni bir hamle” yapmanın “ekonomiye, siyasete, topluma, dış politikaya birçok olumlu etkisi olacağını” biliyorlar.
Ama yapamıyorlar, ya-pa-maz-lar.
Çünkü “Başkan Erdoğan” elde ettiği gücü paylaşmak istemez. Kuvvetler ayrılığı ilkesini uygulayarak gücünü Kurumlar ile paylaşmayı kabul edemez. Kuralların işlemesini, hukukun üstünlüğünü ve kanunlar önünde herkesle eşit olmayı içine sindiremez.
Bunları yapabilecek olsaydı, Türkiye’nin elde kalan bütün kıymetli varlıklarını bir araya toplayan Varlık Fonu’nun başkanlığına kendini atamazdı.
Varlık Fonu içindeki şirketlerin satımı dahil her türlü işlemini “ticari sır kapsamına” almazdı. Bu işlemleri Meclis denetimi, Sayıştay Denetimi ve Yargı Denetimi dışına çıkarmazdı.
Bütün bunlar olduğu için halkımızı “hukuk ve ekonomi reformu” yapacaklarına inandıramıyorlar.
******************************
SÖZDE BAĞIMSIZ KURUMLAR DA GÜVEN VERMİYOR
TÜİK’in verdiği enflasyon ve işsizlik rakamlarına inanan var mı? Fiyatların patladığı dönemde enflasyonu düşük gösteren, işyerlerinin kapandığı salgın döneminde bile işsizliğin azaldığını gösteren TÜİK’in verileri inandırıcı bulunmuyor.
Yüksek Seçim Kurulu’nun son İstanbul seçimlerindeki AKP’nin, “bir şey olmadıysa bile muhakkak bir şeyler olmuştur” tezine dayalı, itirazlarını haklı bulup “seçimin tekrarı” kararı vermesi bile tek başına güven duymamamız için yeterli.
Anadolu Ajansı (AA) seçimlerde yaptığı manipülasyonlar, trafoya kaçan kediler, sayım sonuçlarını tamamen AKP görevlilerinden aldığı verilere göre açıklaması ile zaten en güvenilmezler arasında yerini aldı.
Bu kurumların evrensel normlardaki kurallara uygun davranacaklarına inanamıyoruz. Çünkü biliyoruz ki siyasi iradenin kurumlar üzerindeki baskısı devam edecek.
T.C. Merkez Bankası, özellikle Damat Berat Albayrak’ın Bakanlığı döneminde, yukarıdan aldığı talimata göre hareket eden, kararları öngörülemez bir kurum oldu. Bunun da ceremesini çok pahalı ödedik.
Diğer bakanlıklar ve kurumların güvenilirliği verdiğimiz örneklerden iyi değil.
Fakat en kötüsü yargıya olan güvenin Cumhuriyet tarihinin en düşük seviyesine gerilemiş olmasıdır. Vatandaşlarımız, özellikle siyasi davalarda, hak ve hukuk yerine, siyasi gücün talebine göre karar verildiği kanaatindedir.
Adalet reformu ihtiyacının temel sebebi yargıya olan bu güven aşınmasıdır.
Adil bir yargı sistemi getirilebilir mi? Yürütme yargı üzerindeki etkinliğini azaltabilir mi? Buna da inanamıyoruz.
Bütün bunların bir sebebi var. Bunu herkes biliyor ama söyleyemiyor.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.