DEYİMLER” İN DİLİ OLSA…
Her dilde olduğu gibi, dilimizde de “kelimeler” in yanı sıra “deyimler” de bulunduğunu biliyoruz. Bilgilerimizi tazeleyelim: kimi kelimeler yan yana kullanıldığında kendi anlamları dışında bambaşka bir anlama bürünüyorlar. “Eli uzun…” demekle bir kişinin elinin normalin üstünde uzun olduğunu söylemiş olmayız. Kişinin “hırsız” olduğunu söylemiş oluruz.
Bu örneği verdim diye, umarım sözlerimde özel bir anlam aramazsınız.
Deyimleri dilimizde kullanırken özen göstermemiz gerekiyor. Bunlar birer kalıp halinde oluştuklarından değişik kelimelerle dile getirilmesi kesinlikle doğru değildir. Bu şu demek oluyor. Deyim “yediden yetmişe” biçiminde ise bunu “yediden yetmiş yediye” biçimine çevirmek doğru değildir. Ne denilmek istendiği anlaşılır ama dil zedelenmiş olur.
Ya da deyim “Çıkar dilinin altındaki baklayı” biçiminde ise Cumhurbaşkanı da olsanız bu deyimi “Çıkar ağzındaki baklayı” demek hakkı size asla verilmez. Dilin yapısına saygınız varsa, ya dili adam gibi yanlışsız kullanacaksınız, ya da kullanmayacaksınız.
Şurasını açıklığa kavuşturalım. Bu söylediklerim elbette, günlük işinde olan ve dili sadece kendi çapında iletişim aracı olarak kullanan geniş kitleler için değil. Onlar da uysalar elbette kötü olmaz da, benim demek istediğim şudur ki, dil ile yatıp dil ile kalkan bir tabaka var. Politikacılar, yazarlar ve öğretmenler gibi… Bunlar yanlışlardan uzak kalabilseler.
Niye “Dilinin altındaki bakla” olduğunun da öyküsü şöyle:
Bir zamanlar bir Hoca efendi eğitip öğretmek için bir genç adamı rahle-i tedrisine almış. Güzel güzel çalışıp gidiyorlarmış ama çocuk pek küfürbazmış. Olana da sövüyormuş, olmayana da… Hoca bu sorunu aşabilmek için pratik bir çare bulmuş:
“Bak çocuğum” demiş. “Dilinin altına bir bakla koyacağız. Bu bakla orada durduğu sürece sen küfür etmemen gerektiğini hep aklında tutacaksın ve kimseye sövmeyeceksin Tamam mı, tamam” Baklayı yerine yerleştirmişler, çocuk sövüp saymayı kesmiş.
Epeyce zaman sonra Hoca ile öğrencisi yatsı namazından çıkmışlar. Bir yağmur, bir yağmur… Gök delinmiş gibi bardaktan boşanmışçasına gökten yağmur dökülüyormuş. O yağmur altında tam da iki katlı bir evin önünden geçiyorlarmış ki, bir küçük kız seslenmiş:
“Hocam bir dakika durur musunuz?”
Hoca efendi “Duralım evlât” demiş, durmuşlar. Ya bir parça kurban eti indirecekler. Ya da yeni yeni gözleme yaptılar ve ikram edecekler. Derken iki dakika yağmur altında beklemişler. Sonunda kız pencerede yeniden görünmüş ve seslenmiş:
“Şimdi gidebilirsiniz Hoca Efendi…”
Hoca öfkeden deliye dönmüş. Kıza çıkışmaya kalkışmış. Kız şöyle demiş:
“Hoca efendi, anam bir tavuğumuzu gurka yatıracaktı. Ona demişler ki, yumurtaları tavuğun altına koyarken bir Hocanın tepesine bakarsan, civcivlerin hepsi tavuk çıkarmış. Anam yumurtaları koydu, şimdi gidebilirsiniz artık.”
Öfkeden deliye dönen Hoca çömezine şöyle seslenmiş:
“Çıkar evlât dilinin altındaki baklayı…”
…
Eeee, iki deyim daha vardı, bari onlar haftaya kalsın.
Umarım “Biz bunu zaten biliyorduk” diyebilen az kişi çıkar. ..
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.