Diktatör...
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu defa Anamuhalefet Partisi Grup Başkanvekiline karşı, kendisine hakaret ettiği gerekçesiyle, 250 bin TL'lik tazminat davası açtı.
CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel TBMM'de düzenlediği basın toplantısında “Bu Franco özentisi diktatör bozuntusuna milletimiz ilk seçimde sandığı gösterip, geldiği gibi gönderecek" demişti.
Özgür Özel bu sözleri Erdoğan’ın "Muhalefet partileri beşinci kol faaliyeti” nitelemesine cevap olarak sarf etti.
Ana muhalefet partisini temsil eden kişinin bile, hem de Meclis çatısı altında söylediği sözlerden dolayı yüksek tazminat davalarına muhatap olması, demokrasi ve hukuk devleti kavramları kapsamında tartışılacak ayrı bir konudur.
(Not: Anayasamıza göre, “Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar.”)
Fakat ben, dava açmasını doğru bulmasam da, Cumhurbaşkanımızın “diktatör” sıfatını kendi “kişilik haklarını ihlal edici mahiyette, fevkalade ağır hakaret” olarak algılamış olmasından mutlu oldum.
Ya “diktatör” sıfatını kabul etse halimiz nice olurdu?
* * *
İdam edilmeden önce, karısı gözyaşları içinde Sokrates'e şöyle der: "Ama sen suçsuzsun; suçsuz yere idam ediliyorsun."
Sokrates de buna karşılık şöyle bir cevap verir: "Suçlu olarak idam edilsem daha mı iyi olurdu?"
Ölüme giderken bile “haklı olmayı, güçlü olmaya tercih etmek” filozofça bir davranış biçimi olsa gerektir. Siyasilerden “güçlü olmak yerine haklı olmayı tercih etmelerini beklemek” fazla iyimserlik olabilir.
Devlet gücünü kullanan siyasiler için bir temennim var: Kendileri hakkında söylenen ithamları eleştiri olarak değerlendirsinler. Gerçekten haksız yere söylendiğine inanıyorlarsa, Sokrates gibi, “iyi ki doğru değil” diye bilgece bir tavır ortaya koyabilsinler isterim.
* * *
SIFATIN İLK HARFİ D, İKİNCİ HARFİ İ
İnternette gezinirken, “bir dönem siyasi iktidarı kayıtsız destekleyen ancak Cemaat- AKP kavgasının ardından AKP ile ters düşen” Cengiz Çandar’ın Hürriyet Gazetesindeki 31 Ocak 2015 tarihli köşe yazısı karşıma çıktı.
Cengiz Çandar ile dünya görüşlerimiz çok farklıdır. Fakat o tarihlerde geçiş hazırlığı yapılan Başkanlık Sistemini eleştirirken kullandığı tezler ve öngörüleri benim yazdıklarımla uyuşuyor:
“Yargı”yı devre dışı bırakan, “yürütme”nin “yasama”yı kendisine tabi kılacağı, “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin terkedileceği bir sistem işte böyle olur.
“Tek Adam” ve “Tek Parti” rejimine gidiliyor kaygısı ve tepkisi zaten bütün bu nedenlerden kaynaklanıyordu. Tayyip Erdoğan, bu kaygıların tümünü doğruladı ve tepkilerin haklılığını ortaya koymuş oldu.
Tayyip Erdoğan’ın arzuladığı ve benimsediği güzergâh, “demokratikleşme”ye götürmez. Bu “otoriterleşme” rotasıdır.
“Otoriter” rejimlerin ise “otokratik” ve “totaliter” türevleri vardır. Bu tür rejimlerin tepesindekilerin unvanı ister “cumhurbaşkanı” ya da “başbakan” veya “sultan”, ister “padişah” hatta “imparator” olsun, sıfatları değişmez.
Sıfatları “d” harfiyle başlayan sözcüktür. İkinci harfi “i”dir…
* * *
Yaklaşık 6 sene önce, merkez medyanın en güçlü yarı bağımsız gazetesinde, en tanınmış yazarlar bile “diktatör” sıfatının ancak “di” kısmını söyleyebiliyormuş.
Hürriyet ve Doğan Medya, Mayıs 2018’de, yandaş Demirören’e devredildi. Devir için Ziraat Bankası'nın Demirören Grubu'na sağladığı 2 yılı ödemesiz 10 yıl vadeli ucuz kredi kullanıldı.
Bugün o gazete dahil bütün merkez medyayı kontrol eden güce, “kuvvetler ayrılığı ilkesinin terkedildiği bir sistemin” başındaki kişinin sıfatı “d” harfiyle başlar, “ikinci harfi i’dir” diye hatırlatabilecek bir yazar dahi kalmadı.
****
"Erdoğan’ın göreve başladığı 2014 yılından 2019 yılı sonuna kadar olan dönemde, Cumhurbaşkanına hakaret suçundan 63 bin 41 kişiye dava açıldı. Açılan bu davalardan 9 bin 554 kişi mahkûm oldu.”
Oysaki, 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in döneminde “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasından 163 kişiye dava açılırken, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül döneminde ise 848 kişiye dava açılmıştı.
* * *
“Cumhurbaşkanına hakaret davaları” ile muhalefet yetkililerini hem de Meclis’te bile susturma amaçlı davaları siyaseten de doğru bulmuyorum. Bu davaların Cumhurbaşkanı üzerinde oluşan algıyı azaltıcı değil, otoriterlik iddialarını besleyici etki yaptığını düşünüyorum.
Cumhurbaşkanı ve parti Genel Başkanı sıfatlarının aynı kişide toplanmasından kaynaklanan sistemsel bir sorun var.
Çünkü milletimiz Cumhurbaşkanlığı makamına saygılıdır. Ama demokratik bir talep olarak, iktidar partisi genel başkanını “eleştirme hakkının” da olmasını istiyor.
Öncelikle sistemden kaynaklanan sorun giderilmeli. Bu sorun giderilinceye kadar “Ak Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı” Erdoğan eleştirilere karşı daha hoşgörülü olmalı.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.