Dilenci olduk, dilenci
Kırk elli yıl önce böyle değildik. Neredeyse milletçe dilenci haline getirildik. Açık açık, hatta toplum önünde, hiç de tanımadığı kişilerden bir şey istemek insan onuruna geçmişte ters idi. Günümüzde olağan hale getirildi. Hatta hüner bile sayılır hale geldi.
“Gözünü açacaksın kardaşım. Ağlamayan çocuğa meme verilmiyor.”
Yerinde bir söz gibi algılanıyor. Oysa kişinin hakkını koparmak için başvurması gereken bir yöntemdir bu. Sabahtan akşama kadar çalışmışsın. Adamın mutfağında akan kokan yerleri onarmışsın. Akşam işi tamamladığında iş sahibi hödük “Eline sağlık Veli Efendi” diyerek sizi başından savmaya kalkışıyor. Emeğinizin karşılığını ileride verecekmiş.
İşte bu olayda gözünü açma kuralı devreye girer. Ve ağlamaya değil ama alacağınızı koparmak üzere direnmeye koyulursunuz. Koyulmalısınız. Yoksa, tanımıyorsunuz, bilmiyorsunuz. Sözgelimi bir ressamın İzmir’de sergi açtığını Facebook üzerinden öğreniyorsunuz. Ressamdan hediye bir tablo istemeye kalkışırsanız bu dilenciliktir.
Köyde evde odun kalmamışsa komşulara başvururken ar ederdik. Kaldı ki, nasıl olsa geri vereceğiz. Komşumuz da olsa bir kimseden karşılıksız bir şey istemek ayıptı. Kahvede bir dostunuzun verdiği sigaranın üstüne bir sigara daha kabul ederseniz adınız “Otlakçı” ya çıkardı. Şimdi övünç konusu olmuş. “Vallahi arkadaş paket taşımayı aptalca buluyorum. Nasıl olsa bütün dostlarımın sigara paketleri cebinde.”
Ben karşılıksız bir şey isteyenlerin ancak kitap isteyenlerini hoş görebiliyorum. Zaten kötü bir huyum var. Bende bulunan hangi eşyama gönlü düştüğünü kim söylerse hemen ona veriyorum. İzmir’de evde kütüphanemde bu nedenle pek az sayıda kitap var.
Toplumumuzun “Dilenciye döndü” diyerek eleştirdiğim kesimini bir yana koyalım. Bir de insanımızı dilenci durumuna düşürmeyi iş edinmiş kesime göz atalım. Politika yapmıyorum, bir gerçeği dile getirmeye çalışıyorum. Bizde öyle dengesiz ve densiz bireyler var ki, ben onların nasıl olup da normal insan aklı edinemediklerine şaşıyorum.
Bir kalabalığın önündeyiz. Polis kalabalığın daha beriye taşmasını önlemek üzere barikat kurmuş. Televizyonlar yayında… Bu arada orta yaşlı koyu takım elbiseli birini görüyoruz. Kalabalık içinden kendisine doğru uzanabilen ellere kağıt para tutuşturuyor.
Aman Allahım… Adam kendisi yorulmuş olmalı ki, yanı başında duran genç birine para destesini veriyor. Parayı o arkadaş dağıtmaya devam ediyor. Şimdi nedir bu? Bu kişi ne yapıyor? Kime ne demek istiyor? Hele hele oğlu rüşvet almaktan tutuklanmış bir bakan ise.
Şimdi ben Anadolu’da bir köyün meydanında ortaya çıksam… Önüme gelene para vermeye kalkışsam, köylüler beni sopayla kovalar. Kovalar çünkü, “Günümüzde insanlar birbirine karşılığı yoksa selam bile vermez hale gelmişken bu akılsız adam niye para dağıtıyor” diye düşünürler. (Bu arada hemen belirteyim burada kullandığım “akılsız adam” yerine pek uygun bir sözcük var ama sevgili kayın biraderim o sözcüğü kullanmamı yasakladı). Evet bu akılsız adamın köyümüz üzerine bir hesabı mı var? Bir kusur işledi de onu mu bağışlatmak peşinde?
Yoksa o güne kadar edindiği haksız kazancın vergisi, zekâtı, sadakası olsun mu diye düşünüyor? İhtimaller saymakla bitmez.
Bakınız devletin tepesinde bulunanların makarna, kömür, pirinç dağıtmasının mantığı var. O da yeni sözcükle etik dışı ama mantığı var. Şu Türkçemizin güzelliğine bakın ki, doğrudan doğruya “ahlâksız” demek pek yaralayıcı bulunduğundan yerine “etik” lafını getirdiler.
Bir zamanlar Meclis başkanlığı görevinde de bulunmuş bir politikacımız bir takım villaları hırsızlama edindiği suçlamasıyla karşılaştığında “ahlâk dışı değil ama etik dışı” diyerek kendisini aklamaya çalışmıştı. Oysa ahlâk ile etik, ak işle beyaz gibiler…
Konu dışına çıktım mı? Demek istiyorum ki, devletin tepesindekilerin de yurttaşımıza bir takım yardımlar yağdırması etik dışı. Ancak onların hedefi var. Diyorlar ki, “Bir kilo makarna veririm, buna karşılık da bir oyunu beklerim arkadaş.”
Pazar yerindesin. Senin elinde oy var. Onun elinde de makarna var, kömür var.
“Hadi lan oradan” diyebiliyor musun? “Oyum benim namusumdur” diyebiliyor musun?
Yoksa ‘Makarna makarnadır, kömür kömürdür” diyerek o devlet büyüğünü karşılamak üzere evde bulunan açık renkli perdelerden birine sarınıp havaalanına koşarsan kim ne diyebilir ki? Ancak, günü gelince ve vapur devrilince “Biz de bu gemideymişiz vay anasını…” demeye kalkışma… Öfkeli kalabalıkların elinden kendini de ananı da kurtaramazsın…
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.