Diyanet İşleri Başkanı'nın kızı haklı
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın İngilizce öğretmeni olan kızı Feyza Erbaş’ın bir sosyal medya paylaşımı çok tepki aldı.
Oysaki Feyza Erbaş bu paylaşımında sadece döviz kuru yükseldiği için çocuklarıyla birlikte yurt dışına çıkamadığından yakınmakta idi.
Erbaş, bugüne kadar 8 yaşındaki kızının 13 kere yurt dışına gittiğini, beş yaşındaki oğlunun ise pandemi (salgın) sebebiyle sadece 2 ülkeyi ziyaret ettiğini açıkladı.
Hiç yurt dışına götüremediği 3 yaşındaki en küçük oğluna “yüro (Euro) 30 TL maalesef, cennet vatanımızda nereleri görebilirsen artık. Hiç sesini çıkarma” diyerek bu döviz kurlarıyla yurtdışına gitmenin neredeyse imkânsız olduğunu anlatmaya çalıştığı görülüyor.
Bu paylaşıma tepki verenlerin çoğu “halkımız en temel ihtiyaçlarını karşılamakta güçlük çekerken kadının derdine bak!” tarzında idi.
Öyle ya, “vatandaş her şeye gelen zamlardan, vergi artışlarından geçim derdinde iken… Barınma sorunu yaşarken… Temel gıdaları bile alamamaktan şikayetçiyken… Yurtdışına gidememekten şikâyet mi olurmuş?”
Olur efendim!
* * *
Toplumun ortalama bir gelir seviyesi var fakat her insanın durumu farklı. Bir kısım insanlarımız açlık sorunu yaşarken, çok daha küçük kesim “artık tatil yapamamaktan, yurtdışına gidememekten, mobilyalarını, arabasını, telefonunu yenileyememekten, çocuklarını özel okula gönderememekten” şikayetçi.
Alt gelir grubunun üstünde orta gelir grubu ve en üstte yüksek gelir grubunu teşkil eden katmanlar var. Turgut Özal’ın “orta direk” diye tanımladığı orta gelir grubu toplumu ayakta tutan en önemli kesimdir.
Orta gelir grubunu da “alt orta” gelir grubu, “orta” gelir grubu ve “üst orta” gelir grubu diye sınıflandırabiliriz.
Yaşadığımız ekonomik kaos sebebiyle, orta gelir grubunu oluşturan katmanlar daha dar gelirliye dönüşerek erimekte.
Buna karşılık en yüksek gelir grubunda olanların mevcut ekonomik politikalar yüzünden hiç zarar görmediği, hatta daha da zenginleştiği açık.
* * *
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, bana göre, işgal ettiği makama layık biri değil. Yaptığı hata ve yanlışlarını sıkça eleştiriyorum. Fakat İngilizce öğretmeni olan kızı Feyza Erbaş’ı eleştirenleri de haklı bulmuyorum.
Çünkü anladığım kadarıyla Feyza Erbaş öğretmen olarak çalışan bir kadın. Muhtemelen eşinin geliriyle birlikte orta gelir (belki de üst-orta gelir) seviyesinde yaşayan bir aile söz konusu.
Türkiye’de son yıllara kadar orta gelir seviyesindeki aileler tatil yapabiliyor ve yurtdışı gezilere gidebiliyordu. Euro’nun 30 TL olması bu kesimin yurtdışı gezi yapma imkanını son derece zorlaştırmakta.
Bu aile de (pandemi dönemi hariç) her sene birkaç defa rahatça yurtdışına çıkabilirken, son iki yılda hızlanan devalüasyonlarla yurtdışı gezisi yapamaz hale gelmiş.
Peki, bu konu yakınılmaması gereken bir konu mu? Hayır.
Çünkü AKP’nin ilk on yılında en büyük övünme kaynaklarından biri isteyen Türk vatandaşlarının çoğunun yurtdışına kolayca gidip gelebilmesiydi. Böyle olunca dünyayı tanıyan insan sayımız artıyor, dış ticaret, kültürel ilişkiler gelişiyor en azından insanlarımızın dünyaya bakış açısı genişliyordu.
Bu insanlarımızın da sadece temel ihtiyaç giderlerini karşılayabildiği için şükredip yakınmaması gerektiğini söylemek doğru bir tavır olamaz.
* * *
OSMANLI’DA VE GÜNÜMÜZDE DEVALÜASYON
Osmanlı Devleti 1854 yılına kadar hiç dış borç kullanmadı. İç borç yoluna da sınırlı miktarda başvurdu. Gerileme döneminde önce iç borçlanma yoluna başvuran Osmanlı yönetimi bu da yetmeyince tağşiş yapmayı tercih etti.
Tağşiş, Osmanlı Devleti’nde özellikle ekonominin bozulduğu dönemlerde, paranın içine değersiz madenler katarak değerini düşürmeyi ifade ediyordu.
Osmanlı’da para sistemi altın ve gümüşe dayanan bir sistemdi. Paranın değeri bu madenlere göreydi. Tağşişte devlet dolaşımdaki sikkeleri toplar, bunların değerli maden (altın ve gümüş) içeriğini azaltır, yeniden piyasaya sürerdi.
Bunun kâğıt para sisteminde karşılığı devalüasyon ve ek para basmadır.
Tağşişten sonra fiyatlar yükselirken satın alma gücü düşer, hayat pahalılığı artardı.
* * *
Türkiye’de 1980’li yıllara kadar sabit döviz kuru rejimi uygulandı. Bu rejimde TL’nin değerini Merkez Bankası belirler ve o değerde sabit tutulmaya çalışılırdı.
Sabit kur rejiminde iken ekonominin biriken basıncı bir defada yüzde 40- 50 gibi yüksek devalüasyonlar yapılmasına yol açardı.
1980- 2001 arası müdahaleli dalgalı döviz kuru rejimi uygulandı. 2001 ekonomik krizinin ardından, tam dalgalı döviz kuru uygulamasına geçildi.
2015’ten itibaren yeniden müdahaleli dalgalı döviz kuru rejimine dönüldü. Halen “sürekli müdahaleli dalgalı kur rejimi” uygulanmakta.
Dalgalı kur uygulandığından ani şoklar yerine kademeli devalüasyon ba
* * *
Ancak Berat Albayrak’ın Hazine ve Maliye Bakanı olduğu dönemde başlayan hatalı politikalarla (yaklaşık 28 ayda) dolar kuru 4,53 TL’den 8,52 TL’ye çıktı. Yani TL yüzde 88 değer kaybetti.
Berat Albayrak’tan bu yana (5 yılda) TL’nin dolara karşı değeri 6’da birine düştü.
Çünkü, Lütfü Elvan’dan sonra gelen Nureddin Nebati döneminde, aynı hatalar daha da artarak devam etti.
Bu sene seçim dolayısıyla alınması gereken önlemler ertelendi ve kurlar (maliyeti ağır yapay yöntemlerle) baskılandı.
Türkiye’nin dış borçlara ödemekte olduğu faiz oranları çok yükseldi. Faizler Osmanlı Devleti’ni ekonomik ve siyasi çöküşe götüren düyun-u umumiye faizlerinin bile iki katına çıktı.
Bu yüzden seçim sonrası, dalgalı kura rağmen, birikimli devalüasyonu birkaç ay içinde yaşamak zorunda kaldık.
Seçimden sonra “rasyonel politikalara” dönmek için Mehmet Şimşek getirildi. Bu dönemde de TL’nin değer kaybı devam etti ve dolar 27 TL, Euro 30 TL oldu. Paramız “pula” döndü.
Sadece 28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı seçiminden bu yana (2 ay içinde) Dolar kuru yüzde 35 ve Euro kuru yüzde 39 arttı. Ve bizim için her şey pahalandı.
Ders almayan ülkelerde tarih hep tekerrür ediyor.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.