Dönülmez Bir Akşamın Ufkundayız...
Aklı erenler farkında değilmiş gibi görünüyor ama Türkiye’de öyle bir dönemece geldik ki, uçurumun hemen ta ucundayız. Bir anlamda dönüşü bulunmayan bir yoldayız ve bizi bu gidişten kurtaracak babayiğit de hemen hemen yok gibi...
Ekonomik yıkıntı olsa çıkar yolu var. Gırtlağına kadar borçluysan bile bıçak kemiğe dayanınca “Ödemiyorum kardeşim” der çıkarsın. Alacaklılar canını alacak değiller ya. Hatta topraklarımıza düşman girip oturmuş olsa bile bağrımızdan yeni bir Mustafa Kemal çıkarırız.
Yurdu kurtarmakla da kalmaz bizi cumhuriyetin bol ışığıyla da tanıştırır.
Şimdilerde içine düştüğümüz, daha doğrusu düşürüldüğümüz durum bunlardan daha da ağır. Daha da kahredici. Yozlaştık efendim, yozlaştık... doğru ile yanlış yer değiştirdi. İyi ile kötü, önemli ile önemsiz, akıllıyla akılsız, ayakla baş, şerefliyle şerefsiz, hırlıyla hırsız yer değiştirdi.
Düşünün bir kere başında profesör bulunan bir şirket anket yapıyor. Bir başka şirketin başındaki kişi bu anketi beğenmiyor. Tepkisi ne olmuş? “O profesör kafayı yemiş” peki, kendi kafası hakkında kararı kim bildirecek? Son günlerde yükseklerde kopan fırtınaya kulak kabarttınız mı? Mahalle kavgasında edilmeyecek laflar.
“Hangi taraftan nasıl havlanacağını bilmek...” “Ankara’yı parsel parsel satmak...”
Türkiye Cumhuriyetinin başbakan yardımcısı Ankara’yı yirmi beş yıldır elinde tutan partidaşı hakkında bunları söylüyor. Bu duruma el koyması gereken daha yukarıda biri “Aile içinde böyle anlaşmazlıklar olur” diyor. Olay kapanıyor.
Biz aptal mıyız kardeşim.
Altmış yıldır bir aileyiz biz. Çoluk çocuk torun torba bugün toplam on beş kişiyiz. Ben, eşim, küçük kızım ve onun eşi ve çocukları ile birlikte Danimarka’da aynı dairede on yıldan fazla birlikte oturdum. Birlikte yedik, içtik, birlikte sevindik güldük. Bu yıllar boyunca bir tek olay konusunda bir tek saniye birbirimizle ters düşmedik.
Aile dediğin böyle olur, itişeceksin, tepişeceksin... Ağzına geleni söyleyeceksin... Sonra da “Aile içi” diyeceksin. Yazıklar olsun. Bütün gerçekleri tersine çevirdiniz.
Merak ettiğim bir şey var. O sabah aranızda öylesine kalkışıverdiniz, ben “Eyvah, şimdi bunlar birbirini yerler” dedim. Ondan sonra ses soluk çıkmadı. Birbirinize bu kadar bağlı kalabilmek için aranızda özel olarak kullandığınız bir sihir mi var?
Ben bir kimseye kırıldım mı, kırk yıl artık kırılmışlığımdan kurtulamıyorum. Siz hangi çeşit malzmeden yapılmış oluyorsunuz ki, kırılmak mırılmak bilmiyorsunuz? Hadi siz o durumdasınız. Peki, benim aklı başında ve de dengeli insanım bu hali niye görmüyor.
Açıkça görünüp duruyor ki, gözümüzün önünde bir şeyler oluyor. Bir sabahın erkeninde dört bakanın oğlu gözaltına alınıyor, hapse atılıyor. O dört bakan bakanlıktan atılıyor. Şurada şu kadar para bulundu deniliyor. Üç günlük bocalamanın ardından bu olup bitenlerin meğer “iftira” olduğu ortaya çıkıyor. Buraya kadar akla aykırı bir durum yok.
Ancak o çouklar cezaevinde tutulduklarıyla kalıyor. O bakanlar koltuklarını yitirdikleriyle kalıyorlar. Yazık değil mi? Bu bakanlar eski koltuklarına dönmeli değiller miydi? Şimdi onların kaybolan haklarını savunmak bana mı düşerdi. Yazık, harcanıp gittiler...
İnsanın aklına kötü şeyler geliyor: Yoksa o olup bitenler gerçekti de, gerçekleri tersine çevirip bize o kişilerin de, o çocukların da, hatta başkalarının da dürüst kişiler olduğuna dair bize masal mı anlattılar? Biz de o masallara kanıp oturduk mu?
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.