Düşük yoğunluklu iç savaş tehlikesi
Göç önemli bir sorundur. Birbiriyle uyum sağlamış, birbirine alışmış toplumsal katmanların içine değerleri, hayata bakışları, yaşam pratikleri farklı bir grup gelir. Biz yıllardır bu durumu başta Suriyeliler, şimdi Afganlılar, İranlılar ve türlü Ortadoğulularla yaşıyoruz.
Sosyoloji der ki; göç kontrol altında olmazsa, uyum programları kararlılıkla ve devlet ciddiyetiyle uygulanmazsa kaos oluşur. Ben ülkemde göçün kontrol altında olduğunu düşünmüyorum. Mahallenin birine bir kamyon yanaşıyor, sırt çantalarıyla bir sürü insan inip sağa sola koşuşuyor, ortadan kayboluyorlar. Bir süre sonra bunlar sanayi sitelerinde, merdiven altı üretim yapan yerlerde çalışmaya başlıyorlar. İşverenler dört köşe. Sigorta yok, ücretler asgari ücret altında. Bunlar ev kiralıyor, aynı evde sürü halinde yaşıyorlar. Mahalle pazarından alışveriş yapıyor, aramıza karışıyorlar. Bir süre çekingen ve gözden uzak yaşıyorlar. Azınlık psikolojisi böyledir. Gettolaşılır. Ticari ilişkileri kendi aralarında oluştururlar. Bunun için biraz parası olanlar dükkân açarlar. Yanlarında soydaşlarını çalıştırır, kazara başvuran Türkleri kabul etmezler. Çünkü aralarına “yabancı” olan Türkler karışırsa soydaşları onlardan alışveriş yapmazlar.
Cumhuriyet kurulduğunda Atatürk önemli bir toplum mühendisliği yaparak toplumu ümmet ve kul olma algısından kurtarıp inorganik milliyetçiliği (kan ve soy bağı olmaktan ziyade kültürel milliyetçilik) inşa etmişti. Ve o günden beri tarikatların, bugün de siyasal İslamcıların şiddetli direnciyle uğraşıyoruz.
Süreç içinde kendisini Kürt olarak tanımlayanlarla Türk olarak tanımlayanlar arasında bazı çatışmalar yaşandı. On yıllar içinde iki taraf da birbirine yaklaştı ve sorunlar büyük ölçüde çözüldü. Tam çözülmüşken bu kez göç yoluyla gelenlerin bir kısmı toplumun kimyasını zehirlemeye başladılar.
Halkın büyük kısmı göç yoluyla gelenlere hiç sıcak bakmıyor. Bunların serseri takımları sağda solda olay çıkarıyor, ellerinde kılıçlarla geziyor, sarkıntılık yapıyorlar.
Ülkeyi yönetenlerin oy uğruna bunlara göz yumduklarını görüyorum. İş insanlarının ucuz işçi çalıştırma uğruna bunlara göz yumduğunu görüyorum. Ev sahiplerinin bunların varlıklı olanlarına “yağlı müşteri” olarak baktıklarını ve eski kiracılarını evlerinden atma pahasına bunları kiracıları olarak kabul ettiklerini, hatta istediklerini görüyorum.
Seçimlerden sonra birçok sitede; “biz kazandık, siz gidin” diyen sığınmacıları gördük.
Özgüvenleri arttı, hatta şımarıklık düzeyine geldi.
Siyasetçi ve sosyolog olarak devleti yönetenleri göreve davet ediyorum.
Kontrolsüz göç devleti yıkacak noktaya gelebilir.
Bu şımarıklık ve sahiplenme karşısında bu ülkenin vatanseverlerinin tehlikeli bir kontak kurması an meselesidir. Düşük yoğunluklu bir iç savaşın ciddi bir ihtimal olduğunu düşünüyorum.
Düşük yoğunluklu iç savaş nedir? 12 Eylül öncesidir. Kurtarılmış bölgeler, her gün çatışma demektir. Üniversite olayları demektir. Toplumun bu noktaya gelmesini asla istemiyorum. Fakat ayak sesleri duyuluyor. Birileri iktidarda kalacak, birileri ucuz işçi çalıştıracak diye yumulan gözlerin toplumsal faturası çok ağır olur. Aşırı özgüvenle “yok, bir şey olmaz” tavrının yıkılması herhangi bir yerdeki tek kıvılcıma bakar, nereye varacağını da kimse hesap edemez.
Vatanseverler ve milliyetçiler, ümmetçilerle karşı karşıya gelir.
Ben sosyal bilimci olarak gözlemlerimi paylaştım, uyarı görevimi yerine getirdim. Umuyorum ki böyle bir tabloyla karşılaşmayız.
Devleti yönetenleri ciddiyete davet ediyorum.
Bedeli kazancından büyük olan işlere girmeyin.
Toplum olarak zararlı çıkmayalım.
Faturayı hepimiz öderiz...
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.