Ekmek ve su yeter mi?
Her geçen gün toplumsal yapımız ve davranışlarımız hakkında yeni şeyler öğreniyoruz. Yaşadığımız acılı salgın sürecinde en dikkat çeken davranışı 10 Nisan Cuma akşamı gözlemledik. Aylardır söylenen sosyal mesafe ve maske kurallarını 2 saat içinde çiğnerken alınan karar İçişleri Bakanı’nın kabul edilmeyen istifasını getirdi.
Bizi kuralları çiğneme noktasına getiren süreci göz önüne almazsak yanlış sonuçlara ulaşırız.
Can kayıpları, tanıdıklarımızın ölümü, yakınlarımızı kaybetme korkusu ve izole olmanın getirdiği şartları savaş şartları dışında ilk kez yaşıyoruz. Ülke çapında en ağır şartları aylardır yaşıyoruz. Stres ve kaygı düzeyimiz yükseldi. Dokunsal (kinestetik) bir toplum olarak dokunamıyor, göçer genetik ve kültürel kodlarına sahip bir toplum olarak yer değiştiremiyoruz. Alıştığımız pek çok şeyi yapamıyoruz. Yani kaygıya bir de “rahatsızlık” duygusu eklendi. Bireysel ve toplumsal olarak her ne yapıyorsak bu şartlar ve duygular altında yapıyoruz.
10 Nisan Cuma akşamı, yaşadığımız tüm bu duyguların üzerine bir de “yoksunluk” duygusunu ekledi. Evinde bebeği olanların mama-süt ihtiyacı, alışverişini Cumartesi sabahına erteleyenlerin (insanlar alışveriş için genellikle hafta sonunu tercih ediyorlar çünkü marketler daha sakin oluyor) tek çaresi o 2 saatlik zaman dilimi oldu. Fırınların ve su dağıtıcılarının açık kalacağı söylendi ancak “temel ihtiyaç” diye adlandırılan ürünleri ekmek ve sudan ibaret görürsek çok yanlış bir noktaya gideriz. Bebek bezi, süt ve süt ürünleri, sigara vb, birçok insan için temel ihtiyaç. Birçok insan Coca Cola ve Luppo alanlarla dalga geçti, hatta aşağıladık. Luppo alan kişinin komşusu işin iç yüzünü anlattı. Adam uzun zamandır işsizmiş, anlatan komşusundan borç alıp markete gitmiş. Ancak ne ekmek, ne pirinç, ne de bulgur, makarna vs. bulamayınca karnını doyurmak için Luppo almış. Başka örnekler de var ve sembolik nitelik taşıyor. İnsanlar yaşamsal gereği olmayan, hatta lüks tüketim malları almakla suçlandı ancak hayatın normal akışında yürüdüğüne kendimizi ikna etmek ve rahatlamak için bu alışverişi yapıyoruz. Yıllar önce bir arkadaşım sosyoekonomik anlamda yukarıda bir yerdeyken kriz sonrası işsiz kalmış, arkadaşlarının desteğiyle hayatını sürdürmüştü. Bana anlattığı bir anısı hiç aklımdan çıkmadı. “Ailem ve dostlarım evimin temel gıdalarını alıyor, ekmek, süt, sebze meyve, çay ve et sınırlı da olsa geliyordu. Bir gün bir arkadaşım eve elinde poşetlerle geldi. Poşetlerden aynı şeylerin çıkmasını bekliyordum ancak nescafe, kahve kreması, gravyer peynir ve pastırma çıktı. Hiç bu kadar mutlu olduğumu hatırlamıyorum. Bana değerimi ve yaşam alışkanlıklarımı yeniden hatırlattı” demişti. İnsan sıradan bir hayvan değildir, ihtiyacı da sadece ekmek ve sudan ibaret değildir. Kendini iyi ve güvende hissettiren alışkanlıkları vardır. İnsanı insan yapan faktörlerden biri de budur.
Gözlemlerimiz sadece 10 Nisan’dan ibaret değildir. 12 Nisan saat 24:00 itibarıyla sokaklar yeniden doldu ve kural ihlalleri devam etti. Hatta bazı semtlerde trafik sıkışıklığı yaşandı. Kanımca sokağa çıkma yasağının başı da sonu da beklendiği gibi yürümedi, bulaşma arttı.
Bilim kurulu önemli kararlar alıyor ve uyguluyor. Ancak ağırlıklı olarak tıp insanlarından oluşan bu grup bilimsel disiplinlerinin doğasına uygun olarak kitabi kararları tavsiye ediyor. Ancak yeni oluşturulan ve sosyal bilimcileri içeren kuruldan farklı beklentilerim var. Devlet tıp uzmanlarını dinlemeli, gereken tedbirleri almalı ancak sosyal bilimcilerin toplumsal tecrübeleri de göz önünde tutulmalı. Hiç öyle belirsiz cümleler kurmayacak, çözüm önerimi yazacağım.
Hafta sonları ilan edilecek sokağa çıkma yasakları için sadece ekmek ve su tedarikçileri değil, zincir marketlere de ayrıcalıklı tutulmalı. Evlere servis için gereken olanaklar (ulaştırma ve tedarik) devlet tarafından desteklenmeli.
Önerimiz dikkate alındı ve gelecek hafta sonu sokağa çıkma yasağının pazartesi gününden ilanı Sayın Cumhurbaşkanı tarafından açıklandı. Bu da sosyal bilimcilerce gözlenmesi gereken bir süreçtir. Bakalım 5 günlük süreçte ihtiyaçlarımızı sosyal mesafeyi ve izolasyon kurallarını uygulayarak edinecek miyiz, yoksa toplumsal alışkanlığımız olan “yumurta kapıya dayanınca” olarak ifade edilen “son gün” alışkanlığıyla Cuma gününe yığılacak mıyız?
Ve yasağın bittiği an itibarıyla sokaklara dökülecek miyiz? Eğer aynı davranış paterni devam ederse sokağa çıkma yasaklarını da sorgulamak gerekebilir. Sokağa çıkma yasağı bulaşmayı hızlandıracaksa bunu gözden geçirmek gerekiyor. Bu 5 gün gözlem için çok önemli.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.