1. YAZARLAR

  2. Hülya SEZGİN

  3. Erguvanlar açarken-I...
Hülya SEZGİN

Hülya SEZGİN

Ressam
Yazarın Tüm Yazıları >

Erguvanlar açarken-I...

A+A-

İstanbul'u pek severim ben. Ama İstanbul’da yaşamayı değil, gezmeyi. Çünkü orada yaşamak çok zor. Gezmek ise harika... Çalışma hayatımda çeşitli seminer veya kurslarla ilgili olarak pek çok kereler gittim İstanbul'a. Hele bir seferinde 45 gün kalmıştım Beyoğlu'nda bir otelde. Çeşitli illerden gelmiş tam kırk kişiydik. Unutamadığım keyifle geçen 45 gündü...

İzmir şubesi başkanı olduğum Femin Art Kadın Sanatçılar Derneği'nin İstanbul Şubesi bir resim festivali düzenlemiş ve adını da İstanbul'a uygun olsun diye “Erguvanlar açarken” koymuş. 
Gene İstanbul yolu gözüktü diye öyle bir sevindim ki anlatamam. Ressam-şair arkadaşım Elvin Öztürk'le düştük yola... Uçaktayız... Elvin kahve içiyor... Uçak sağa yan yatıyor kahve aynı hizada... sola yan yatıyor gene dökülmüyor, hatta oynamıyor bile... Kendimce yorumluyorum. Altında yer çekimine göre ayarlanmış bir sistem var. O sayede kahve dökülmüyor. Yani uçak yan yatsa da biz düz duruyoruz...

Keyifle sohbet ederken yolculuk bitmiş farkına varmıyoruz. Görevlinin anonsu ile anlıyoruz...
Sağ olsun ressam Meltem Aktaş karşıladı bizi havaalanında. O benim canım arkadaşım. Kankası Canan Doğruer de öyle... Önce bir yerde kahvaltı ettik. Sonra Meltem'in evine gittik. Ev Ataşehir'de. Site içindeki her bir apartman 25-30 katlı. En üst kattan sanki uçak penceresinden bakıyorum. İstanbul muhteşem görünüyor.

Bakliyat ambarları gibi... ilaç kutuları gibi düzenli sıralanmış çok katlı apartmanlar... yeşil alan, spor tesisleri, havuz, geniş yollar... Hani bir çizgi film vardı “Jetgiller”, tıpkı ona benziyor. Balkondan karşı komşuya uçuverecekmişim gibi geliyor. Hani o çizgi filmde de sırtlarına bağlı füze gibi şeylerle insanlar binalar arasında uçar dururlardı ya! İşte öyle. Bu evler akıllı. Her odada yangın alarmı var. Bir komşusu ile bir gün mutfakta oturmuşlar sigara içmişler. Ortalık duman... Hemen aşağıdan güvenlikten uyarı gelmiş “Yangın mı var?” diye.
Evet deseler her yerden su fışkıracak!.. “İkikereiki?” diye sorasım geldi...

Derken Canan da geldi. Dört arkadaş oturduk sohbet ediyoruz. Meltem “Seni bırakmam, bak havuza bakan oda senin. Hazırladım, bende kalacaksın!” deyip duruyor. Çılgın kız. “Ben festivale geldim. Sana ayrıca bir gün gelip kalacağım söz” diye zor ikna ediyorum. Canan ise “Bende de kalın, bakın bir gün mangala bekliyorum.” diye ısrar ediyor. “İnşallah fırsat bulursak...” derken Rafiye Karaca telefonla arıyor. O da canlardan... “Sizi yemeğe bekliyorum...” Ona da aynı şeyleri söylüyorum. İzmir'den İstanbul'a güne gelmiş gibi hissediyorum kendimi. Ortak şeylerden hoşlanan dört kafa dengi kadın keyifle neşe içinde sohbet ediyoruz. Sevmek ve sevilmek güzel şey...

Kalacağımız otele gelip odamıza yerleşiyoruz. Elvin'le aynı odada kalacağız. Gece benim uyku saatim çoktaaan geçmiş biz hâlâ sohbet ediyoruz. “Hadi iyi uykular.” diyorum. Elvin iki dakika sonra “Haaa bak Hülyaaa biliyo musuuun!..” diye devam ediyor. Cevap vermiyorum. Bu kez “Uyudun mu?” diye soruyor... Yanıtlamıyorum. Az bekliyor “Hüüülyaaaa...” Ses yok. Bir çıt çıkarsam yandım, kurtuluşum yok. Gece yarılarına kadar sohbet edeceğiz. Bende o tuzağa düşecek göz var mı? Sonra yarın sersem gibi olurum...

Femin Art İstanbul Şube başkanı Emine Keskin yardımcısı ise Suna Yılmaz Erdoğan. Bir de Ahu Esinduy'umuz var. Büyük emeklerle bu güzel organizasyonu yapmışlar. Tuzla Belediyesi ile birlikte düzenliyorlar bu festivali. Pek çok kişi de sağ olsun sponsor olmuş. Tuzla daha önce görmediğim bir yer. Ama iyi ki gelmişim. Harika, sanırsınız cennetten bir köşe...

Tuzla'nın tarihte ilk kuruluşu 5000 yıl öncesine dayanıyormuş. Marmara'da vurgun yapan korsanlar orada saklanırlarmış. Sonra Rum balıkçı köyü olmuş. Sonra Osmanlı'nın eline geçmiş. Daha sonra Bizanslar geri almış. 1922 yılında Lozan anlaşmasıyla Selanik Türkleri ile Tuzlalı Rumlar karşılıklı yer değiştirmişler. Ancak Rumlar Türkleri vermek istememişler. Eziyet ediyorlarmış. Bunun üzerine Atatürk Rumları gemiye doldurmuş ve denizin ortasında “Bizimkileri vermezseniz hepsini denize dökerim.” diye blöf yapmış. Öyle kurtarmış Türkleri... böyle anlatıyor Suna...

1992 yılında belde, 1994 yılında ise ilçe olmuş. Suna tatlı tatlı anlatıyor, keyifle dinliyorum...

Deniz kenarında parkta herkes kendine göre bir yer seçip oturuyor. Kimi kayaların üzerine, kimi bank üzerine. Ben ise denize karşı çimlere kuruyorum düzeneğimi. Herkes huşû içinde resim yapmaya başlıyor. Kadınlar, çocuklar, gençler, yaşlılar... Tuzlalılar önce çekimser uzaktan bakıyorlar. Benim huyum... dayanamam, hemen çağırıyorum. Etkinlik ve çalışan ressam arkadaşlarım hakkında bilgi veriyorum. 

“Bu arkadaşlar Rusya, Rusya-Urallar, Gürcistan, Azerbaycan, Kazakistan, Bahreyn gibi yerlerden gelen ve ülkelerinde hoca olan kişiler. Biz onlara Türk misafirperverliğini en iyi şekilde göstermeliyiz ki ülkelerine gittiklerinde bizi güzel ansınlar.” diye anlatıyorum. Bunun üzerine çekinmeden daha sevecen yaklaşıyorlar. 

Hatta 15-16 yaşında “Bunlar yabancı galiba lan. Bizim resmimizi de yapsınlar.” diye konuşup gülüşen birkaç genç benim konuşmamdan sonra kâğıt kalem alıp resimler yaptılar, gösterdiler. “Çok güzel olmuş, bir de şu hocaya götür göster .” diye Svetlena'ya yolladım. O benim kanka... Çocukların resmine bakıp “Ooooo çoook guzeeeel!” diye yanıtlayınca çocuklar çok sevindiler.”
Bir kez daha kanıtlanmış oluyor. “Sanat ortak dildir... Sanat birleştiricidir...”
O günü keyifle gönlümüzce resim yaparak geçirdik.

Ertesi gün Gebze'ye gittik. “Kaplumbağa terbiyecisi” tablosunun ressamı Osman Hamdi beyin evini ve müzesini gezdik. Birebir dijital kopya eserleri sergileniyor. Aslı olmasa da yaşadığı yer olduğu için heyecan verici. Çalışma odasında balmumu heykeli “Çiçek tanzim eden kız” tablosunu çalışırken tasvir edilmiş. Canlı gibi, çok etkileniyorum...

Mavi-yeşil ve güneş... denizin kenarında kafede oturmuşuz keyifle demli çaylarımızı yudumlarken Mersin'den heykeltraş Sebahat Yıldırım (Sabik) ve Hollanda'da yaşayan Nesrin Cingöz bir türkü tutturdular, dayanamadık hepimiz eşlik ettik...
“İzmir'in kavakları
 Dökülür yapraklaarııı....”
Halbuki İzmirli olan benim. Neyse Sabik de İzmir'in kıyısından geçiyor sayılır. Çünkü o da Aydınlı...

Çaylar birince bir kilometre kadar uzaklıkta Manastır dedikleri yere gittik. Harun'un Cenneti de diyorlar oraya. Rıfat Edin bey sahibi. Tarih kokan salaş, denize sıfır muhteşem bir yer. Canlı müze gibi... Burada tekne dizaynı, yelkencilik dersi veriliyor ve tersanede çalışanlar kalıyormuş. Yazlık sezonluk konaklama da yapılabiliyormuş. Sanatla ilgilenenler, yazarlar ve ressamlar tercih edenler arasında imiş. Sanırım gelecek yıl orada da bir ressamlar kolonisi resim çalıştayı yapacağız. Çünkü davet ettiler...

Devam edecek...

Hülya Sezgin

 

erguvanlar-acarken-001.jpg

erguvanlar-acarken-002.jpg

erguvanlar-acarken-003.jpg

erguvanlar-acarken-005.jpg

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
6 Yorum