Fare Deneylerinin Öğrettikleri
Pozitif bilim deney yanılma ve ispat gerektirir. Bir ilaç geliştirilirken önce hayvanlarda denenir sonra insanda denenir. Sosyal bilimlerde de fizik ve biyoloji biliminin yöntemlerinden faydalanarak davranış değişikliklerini hayvanlar üzerinde deneyler uygulayarak ispatlarlar. Pavlov köpekler üzerindeki deneyleri şartlı refleksin nasıl geliştiğini kanıtlayan bilimsel çığır açan hayvan deneyidir. Fareler üzerinde yapılan deneylerde sosyal psikolojinin birey ve kitle dürtüsünün hayatta kalmaya dönük eylemlerinin nasıl davranışa dönüştüğünü açıklamamıza yardımcı olmaktadır.
Fare deneyi korku ile hayvanların davranışını değiştirdiğini gösteren çok önemli bir deneydir. 100 fare, cinsiyet ayrımı yapılmaksızın tel bir kafes içine konur. Kafes 10 metre yükseklikte içi su dolu bir yüzme havuzunun dalma köprüsünün uç kenarına yerleştirilir. Kafesin içindeki farelere; su ve yiyecek eksiksiz ve düzenli aralıklarla verilir.
Deneyin ilk on günü kafesin kapağı açık bırakılır. Fareler, çok meraklı hayvanlar olduğu için sürekli açık olan kafesin kapağına kadar gelerek çevrede kendilerince keşif yaparlar. Israrla ve defalarca yaptıkları her keşif farelerin hafızasına tek bir sonucu kaydeder: “Bu yükseklikten suya atlamak ölümle sonuçlanır.” Bu sonuçla farelerden hiçbiri asla suya atlamaz.
On gün boyunca sistematik olarak devam eden bu uygulama aynı sistematik düzen içerisinde rutin ve kontrollü olarak devam ettirilir. On günün sonunda ise şartlar hipotezin kurallarına bağlı olarak değiştirilir.
Önce kafesin kapağı kapatılır, sonra üzeri hiç ışık almayacak bir şekilde siyah bir örtü ile tamamen örtülür. Bu sayede karanlık bir ortam oluşturulur. Denek farelerine verilen yiyecek önce düzensizleştirilir, zamanla yaşamsal sorun yaratacak kadar azaltılır. Değişik aralıklarla kafesin içine güçlü hoparlörler ile yüksek desibelde tehdit unsuru kedi sesleri verilir.
Bu uygulama on beş gün devam ettirilir. On beş gün sonra kafesin üzerindeki örtü kaldırılır. İki saat süreyle farelere normalleşme için zaman verilir. Bu süre sona erdiğinde kafesin kapağı açılarak davranışları gözlenmeye başlanılır.
Farelerin yarısına yakını bir müddet uyum problemi yaşamasına rağmen bir süre sonra toparlanarak yeni oluşan durum karşısında uyum eğilimi gösterir; ancak geride kalan yarıdan fazlası tereddütsüz, açık kapaktan kendilerini süratle aşağı atarak bir nevi ölüme gider. Bu deney defalarca tekrarlanır ve her seferinde sonuç aynı olur. Kafesteki denek farelerin yarısından fazlası aşağıya atlamalarının sonucunda öleceklerini bildikleri hâlde kendilerini boşluğa bırakır. Buna “İntihar Sendromu” adı verilmektedir.
Peki bu sonuca nasıl gelinmiştir? Fareleri bu davranış normuna iten şey ne olmuştur?
On beş gün içinde normal yaşam koşulları dışında hatta yoğun tehdit ve ölüm korkusu ile yüz yüze bırakılan deneklerin; bozulan psikolojik koşullarda hafızları silinmiş, algı ile sınırları kalkmış ve denekler kaybedecek bir şeyleri olmadığı güdüsüne kapılmışlardır. Bunun sonucu olarak, güdülenen denekler ölüm ile yaşam arasındaki çizgiyi bile fark edememektedirler.
Amerikalı psikobiyoloji uzmanı Dr.Curt Richter 1957 senesinde John Hopkins üniversitesinde bulunan laboratuarında asistanlarıyla beraber ilginç bir deney üzerinde çalışıyordu. Deneyin amacı su sıcaklığındaki değişimlerin canlıların vücut dirençleri üzerindeki etkisini ölçmekti. Deney için bir grup deney faresi içinden tırmanıp kaçamayacakları uzunluktaki cam tüpler içine yerleştiriliyor ve suyun üstünde ne kadar süre yüzebilecekleri ölçülüyordu. Farelerin su üstünde hareketsiz kalıp dinlenmelerine engel olmak için durdukları zaman üzerlerine su sıkan ve yeniden yüzmeye başlamalarını sağlayan özel bir mekanizma da geliştirilmişti. Deneye maruz bırakılan farelerin su üstünde kalma süreleri incelendiğinde Dr. Richter’in ilgisini çeken garip bir durum ortaya çıktı. Farelerin büyük çoğunluğu on beş dakika kadar su üstünde kalmaya çabaladıktan sonra pes ediyorlar ve kendilerini suyun içine bırakarak batıyorlardı. Dikkat çekici olan azınlıkta kalan bir grup fareydi. bu fareler bırakın on beş dakika dayanmayı tam altmış saat boyunca olabilecek tüm güçleriyle suyla mücadele ediyorlar ve ancak tüm güçlerini tükettikten sonra suya batıyorlardı.
Büyük bir kısım fare on beş dakika bile suyun üzerinde kalmakta zorlanırken az sayıda farenin tam altmış saat boyunca su üstünde kalmayı başarması son derece merak uyandırıcıydı. Dr. Richter bunun sebeplerini araştırmaya başladı. İki grup farenin içinde bulunduğu deney şartları tamamen aynıydı. Farelerin biyolojik özellikleri de tamamen birbirine benziyordu. Bütün bu benzerliğe rağmen iki grup farenin aralarındaki performans farkı inanılmaz ölçüdeydi. Fareler iki gruba ayrıldı. Birinci grup daha önce yapıldığı şekilde kafeslerinden çıkarılır çıkartılmaz su dolu tüplerin içine atıldı. İkinci grup farelerse kafeslerinden çıkarılıp bir anda su dolu tüplerin içine atılmak yerine önce büyükçe bir kutunun içinde bir araya kondular. Bu kutunun içinde bir süre bekletildikten sonra su dolu tüplerin içine atıldılar. Tüplerin içinde beş dakika bırakılan fareler daha sonra çıkartılarak tekrar kutunun içine kondular. Burada bir süre bekletildikten sonra tekrar tüplerin içine atıldılar. Bu işlem birkaç kere tekrar edildikten sonra tüplerin içine son kez atıldılar ve artık sudan çıkartılmadılar.
Deneyin sonuçları son derece ilginçti; buna göre kafeslerinden çıkarıldıktan sonra hemen suya atılan birinci fare grubunun büyük çoğunluğu daha önce olduğu gibi en fazla on beş dakika dayanabilmişler ve ancak birkaç tanesi uzun süre suyun üstünde kalmayı becerebilmişti. Kafeslerinden çıkarıldıktan sonra hemen suya atılmayıp bir kutunun içinde bekletilen ve daha sonra atıldıkları suyun içinden çıkartılan ve bu işlem birkaç kere tekrarlandıktan sonra suyun içine tamamen bırakılan farelerin hepsi de maksimum altmış saat rekoruna ulaşmayı başarmıştı. Bu farelerin içinden bir tanesi bile pes etmemiş ve tüm güçlerini tüketene kadar saatlerce suyun üzerinde çırpınmışlardı.
Eğer yaşanılan zorluklar ve karşılaşılan engeller karşısında bu olumsuz durumları aşacağımız konusunda kendimize inancımız varsa ve içinde bulunduğumuz olumsuz şartların değişeceğine dair umudumuz bulunmaktaysa başarı oranımız yükselmekte ve güçlerimizin tamamını kullanarak mücadele etme azmimiz artmaktadır. Eğer zorluklar ve engelleri aşamayacağımızı düşünüyorsak ve içinde bulunduğunuz kötü şartların hiçbir zaman düzelmeyeceğine inanıyorsak kısa sürede pes ediyor ve aynen suyun dibine kendisini bırakarak pes eden fareler gibi kaybediyoruz. Umudu diri tutmak ve mücadeleyi bırakmamak hayatta kalmayı ve başarıyı sağlıyor. Bilinçli ve erdemli insanlar, dürüstçe ve cesurca mücadeleden vazgeçmedikleri zaman, pes etmedikleri zaman kazanacak…
Hayat olumlu insanlara da olumsuz insanlara da aynı terslikleri ve trajedileri sunar, ama olumlu insanlar bununla daha iyi başa çıkar der Martin Seligman.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.