Fazıl Say üzerinden gözdağı...
Anadolu’da eski yıllarda bir görenek varmış. Doğrudur, doğru değildir bilemem ama, şöyle işitmiştim. Bir delikanlı evlendiğinde, o gece önüne getirilen bir kediye öylesine kötü davranırmış ki... Bununla eşine şu mesajı verirmiş:
“Bak hatun, bana karşı saygısızlık edersen seni böyle ederim.”
Dilimizde bir de “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla...” özlü sözü var. İrdelerseniz aynı kapıya çıkılır. Birilerini susturmak ve sindirmek istiyorsanız bir başka masaya yumruk indirin... Mesaj istediğiniz adresi bulur.
Bana öyle geliyor ki, ülkemizde böyle bir süreç başlatıldı. Birim birim nerelere ne mesajlar yollanmak isteniyorsa, bir örnek noktaya yükleniliyor. O noktada yaratılan etki, geri kalan bütünü susturmaya, ya da sindirmeye yetiyor.
Ülkede olup bitenlere karşın yine de ses çıkarabilen kesim sanatçılar. Bunların susturulabilmesi için Fazıl Say hedef seçildi. Bir ülke düşünün ki, başbakana “Sahtekâr” deniliyor, ama mahkeme bu söylemi suç saymıyor. “Ben dinsizim Allahsızım” diye kol gezenler var, kimse ses çıkarmıyor.
Fazıl Say yüzlerce yıl önce yazılmış bir dörtlüğü aktardı diye dava açılıyor. Dava ile ilgili laf etti, diye başka dava açılıyor. Ve adam öylesine bunaltılıyor ki, “Ben bu ülkeden gideyim bari” deme noktasına getiriliyor.
Oysa demokrasiden söz ediyorsunuz. Demokrasi ile yönetilen ülkelerde bu suçlamalar aşılmış. Danimarka’da Peygamber İsa’nın anası hakkında yayınlanan ve anlatılan fıkrayı kötü yerlerde çalışan kadınlara yakıştıramazsınız.
Danimarka kraliçesi hakkında yazılan anlatılan fıkrayı ben burada anlatabilsem kafanız tavana değer. O ülkede demokrasi var. Sen de demokrasinin hem de ilerisini bize sunmaya hazırlandığını söylüyorsun. Bu mudur kanıtı?
Fazıl Say bir sembol. Fazıl Say bir kişi değil. O giderse Türkiye’miz sanat yönünden yarı yarıya yoksullaşır. Sanat diye onun yaptığına diyorlar çünkü. Müzik de onun yaptığı. Bizim Türk Sanat müziğimiz, bizim Halk müziğimiz elbette başımızın tacı. Bizim vaz geçilmez zenginliğimiz. Ama bir de bunun evrensel boyutta olanı var.
Değişik bir örnekle anlatayım. Benim Hayruş’um, eşim yani, çok güzel mantı yapar. Kırk yılı aşkındır mantısı ünlüdür. Danimarka’da yaptığı mantıyı Türkiye’ye getirir ve çocuklarına yedirir filan... Ve onun mantısını bir yiyen bir daha ister.
Danimarkalı bir yaşlı bayan vardı, Ritha... Rahmetliyi bir gün bize Mantı yemeye çağırdık. Sofraya oturdu. Önüne sekiz kişilik mantıyı koyduk. Onu bitirince yenisini isteyecek diye umarak... “Nedir bu?” dedi. Anlattık. “Hımmm..” dedi.
Kaşığının ucuyla bir tadımlık aldı. “Neee!” dedi... “Ben bunu yiyemem” dedi.
İşte böyle bir şey... Bizim müziğimiz bizim için şahane ama... Avrupalı olacaksak, Avrupa’nın saflarında yer alacaksak Fazıl Say’ın “Müzik” dediğine kulak asmamız gerek. Isınmamız gerek... O müziği de sevmemiz gerek.
Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde 24 yaşında öğretmenimiz günümüzden elli yıl önce bize sadece iki haftada o müziği sevdirdi. O sevgim devam ediyor. “Uzun ince bir yoldayım” i nasıl seviyorsam, batılı müzikçilerin eserlerini de severek dinlerim.
Hepimiz böyle olabilsek, kıyamet mi kopar?
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.