Gemi nasıl kurtulacak?
Gemisi, bütün okyanusu kasıp kavuran fırtınaya tutulmuş, gemide erzak iyice azalmış, kaptan hala tayfaların yarısından fazlasını düşman olarak görüyor. Bunu geminin sonu ne olur?
Bütün insanlık olarak içinden geçtiğimiz bu zorlu günlerde, millet bir yandan virüs tehlikesi, diğer yandan çocuklarını nasıl doyuracağı derdindeyken, iktidar kendine tehlike olarak gördüğü insanları hukuk dışı hapiste tutarak, muhalefeti FETÖ-PKK diye suçlayarak, kendinden olmayan belediyelerin bağış toplamasını, ekmek dağıtmasını, halka yardım etmesini engelleyerek, toplanan bağışlara elkoyarak, belediye başkanlarına soruşturma açarak oylarının artacağını düşünüyor. Bu durum da
Ne denir ki? Artık sözün bittiği yerdeyiz.
Demokrasinin işlediği hiçbir ülkede böyle bir şey olmaz. Velev ki oldu toplum buna izin vermez. Hemen demokratik yollardan tepki gösterir. Sadece oy vermeyenler değil oy verenler de tepki koyar. Ama maalesef bizim toplumumuzda tepkisini demokratik yollarla ifade edebilme kültürü yok. Toplum olarak bunu yapabilseydik, sorunlar büyümeden çözülürdü. Yapılanlar karşısında toplumdan tepki gelmeyince iktidardakiler de yaptıklarımız doğru deyip yanlışlarına devam ediyor. Örneğin feslinin biri "Kurtuluş Savaşı'nı keşke Yunanlılar kazansaydı", "10 Kasım'da dokuzu beş geçe tuvalete gidin" diyerek Türkiye Cumhuriyeti'ne yani hepimize hakaret etti. Milyonlarca insan deliye döndü fakat ortak tepki gösterilemedi. Çünkü ülkemizde böyle bir altyapı yok. Toplum olarak tepkimizi gösterebilseydik, Diyanet İşleri Başkanı 9 Kasım'da bizlerle alay eder gibi, "Bizde senin gibi düşünüyoruz" der gibi Fesli'yi ziyaret edemezdi. Toplum kendini ifade edemediği zaman içine atıyor. Stres biriktiriyor. Deprem oluşturan fay hatları gibi stres biriktiriyor.
İktidarın metal yorgunu olmadığı, iktidarı kaybetme korkusuyla panik yaşamadığı zamanlarda bile deneme yanılma yöntemiyle el atıp da eski halini mumla aramadığımız alan kalmadı. Eğitim, tarım, hayvancılık, ekonomi. Kazandığı her 100 liranın 65 lirasını dolaylı ve direk vergilerle geri veren tek ülke olduğumuz halde Merkez Bankası'nın kefen parası diye anılan rezervleri bile kullanıldı. Bir ara devleti FETÖ'ye, barış sürecinde de Doğu’yu PKK'ya emanet etmeleri her halde unutulmamıştır. Hele dış politika. 'Sıfır sorun' dediler posta koymadığımız ülke sayısı sıfır. 'Stratejik derinlik' dediler derinlik çukura dönüştü ve hep beraber içine düştük.
Bütün bu sorunlar dağ gibi birikmişken bir de üstüne virüs salgını geldi. Bütün dünyayı sıkıntılı günler bekliyor. Bizim işimiz ise çok daha zor. Bu zorlukları, içeride ve dışarıda güven ve prestij kaybına uğramış AKP iktidarı ile yenebilmemiz mümkün gözükmüyor. İktidar bunları gördükçe, kamu oyu yoklamalarında puanları düştükçe daha da sertleşme emareleri gösteriyor. Son yapılan İnfaz Yasası değişikliğinde korktukları insanları hapiste tutabilmek için gece yarısı operasyonları yaparken, soysal medyada mesaj yazanları da hapse atacak düzenlemeler peşindeler. Ne kadar çok insanı hapse atarlarsa halkın o kadar çok korkacağını zannediyorlar. Evet korkuyorduk FETÖ'cüsün suçlamasından, hapse girmekten, çocuğumuza iş bulamamaktan, işten atılmasından, mülakatta elenmekten, şirketimizin maliye ile başının derde girmesinden, devletin dağıttığı sosyal yardımlardan yararlanamayız diye korkuyorduk.
Korku insani bir duygu. İnsanlar korkar, korkar da nereye kadar? Toplumun yarısına illet zillet FETÖ-PKK suçlaması ile hakaret edildi. Daha ne kadar hakaret etme hakları var. Acırsak acınacak hale düşeriz diyerek acımasızca çoğu suçsuz on binlerce insan hapse atıldı. Haksız yere daha kaç insan hapse atılabilir. Daha kaç gazeteciyi, kaç siyasetçiyi mahkum edebilirler? Daha kaç seçimin sonuçlarını kabul etmeyip seçim yenileme hakları var. Daha kaç müteahhidin vergisini silecekler? Kaç belediye başkanını bağış topladı diye hapse atabilirler?
Toplum olarak korkuya karşı bağışıklık kazandık. Korkarak ve susarak hiçbir sorunun çözülmediğini gördük. O halde ne yapılmalı?
Öncelikle bütün demokratik kitle örgütleri, barolar, odalar, sendikalar iktidardaki ve muhalefetteki aklını ve vicdanını genel başkanlarına ipotek ettirmemiş bütün siyasiler bilim insanları biraraya gelip halkımızın tepkilerini demokratik yollarla dile getirilmesi sağlanmalı. Seçimle gelmenin her aklına estiğini yapma hakkı vermediği belirtilmeli. Hep beraber toplumsal mutabakat oluşturulmalı. Çok somut şeffaf yol haritası belirlenmeli.
Dağ gibi birikmiş bu sorunları tek bir adam tek bir parti bir ittifak tek başına çözemez. Bu coğrafyada yaşayan hepimiz omuz omuza vermek zorundayız.
Yazının girişindeki "Geminin sonu ne olur?" sorusunun cevabı şudur: Gemide isyan çıkar.
Eğer biraraya gelemezsek toplumsal mutabakatı sağlayamazsak; İktidar eski alışkanlıklarında ısrar ederse. Şehirde yapılacak hastane ile ilgili, belediyeden, şehir planlamacılardan, çevre mühendislerinden, mimarlar odasından. inşaat mühendisleri odasından hiç görüş almadan hastanenin yerini belirleme ve sonrasında milyar dolarlık pistlerin yok olma pahasına bir saatte hiçbir mantıklı açıklaması olmayan bir şekilde hastane yeri değiştirme gibi hataları tekrarlarsa. Muhalefet de, "Bu iktidar nasıl olsa gidici iyice yıpransınlar" diye düşünüp bu güne kadar olduğu gibi sadece eleştirip kenara çekilirse, toplumsal mutabakatın oluşması için elinden gelen gayreti göstermezse korkarım ki ufacık bir provokasyon toplumsal patlamaya yol açabilir. Allah korusun böyle bir patlama beklenen İstanbul depreminden daha yıkıcı olur.
Gemi hepimizin hepimiz aynı gemideyiz. Gemimizin batmasına izin vermeyelim...
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.