Her şeyin bir yaşı varmış
Geçtiğimiz günlerde yeni taşınan komşumuz Meltem'e mahalleli hanımlar olarak “Güle güle oturun” tebrikine gittik. Hoş beş’ten biraz sonra komşunun özenle hazırladığı sofraya geçtik. Aman tanrım neler hazırlamamıştı ki!.. Börekler, çörekler, kuru dolmalar, tatlılar... Herkes masanın çevresine sıralanmış istediği yiyeceklerden dilediği kadar aldı tabağına. Çay eşliğinde keyifli bir sohbetle yemeye koyulduk. Ama bu arada da hepimiz ev sahibemizin sofrayı ne kadar özenle süslediğini, yaptığı yiyecekleri övüyor, eline sağlık diyorduk...
Gerçekten de şöyle bir baktım... Çok özenmiş, büyük emek vermiş. Şık bir masa hazırlamış. Tabakların arasına bahçeden kopardığı çiçeklerden serpiştirmiş, peçeteleri süslü boncuklu peçeteliklere kıvırarak yerleştirmiş. Her bir peçetenin içine de sürpriz rulo kağıtçıklar koymuş. Açıyorsunuz içinden fıkra çıkıyor. Karnımız doyunca sırası ile herkes şansına çıkan fıkrayı okudu... gülüştük...
Eve dönünce düşündüm. O yaşlarda iken ben de bu kadar özeniyor muydum? Süslüyor muydum?.. Evet özeniyordum da, süslüyordum da... Şimdi de özeniyorum. Ama eskiden olduğu kadar değil. Çiçekler, kelebekler, inci boncuklar serpmiyorum sofraya...
Arkasından yılbaşı geldi... Yan komşum Özden balkondan seslendi “Hülya ablaaa, Hülya ablaaa...” hemen koştum baktım. Küçük kızı sekiz yaşında Nehir ile gözlerinde mutluluk parıltısı vardı. Bir güzelliği sevdikleri biriyle paylaşmanın memnunluğu yüzlerine yansıyordu. “Baaaak!” dediler. Balkona açılan salonun penceresini gösteriyorlardı. Kafamı çevirdim baktım... Büyükçe bir plastik çam almışlar. Renk renk yanıp yanıp sönen lambalarla sarıp sarmalamışlar. Dalları da tek tek gene renk cümbüşünü anımsatan yılbaşı süsleri ile bezemişler. Coşkularına ortak oldum. “Aaaaa ne güüzeeeel... Çok hoş olmuuuş!..”
Eve girdim... Gene geçmişteyim. Ben de eskiden yapardım. Ağacımın altına üzerinde herkesin adı yazılı renkli parıltılı kağıtlara sarılmış hediyeler sıralardım. Çin işkencesi gibi yılbaşı saat 24.00 ü bulana kadar da kimseye açtırmazdım. Meraktan çatlayacak olurlar ama hışmımdan korktuklarından açmaya cesaret edemezlerdi. Arada kurcalarlardı ama başaramazlardı. Ben de o kadarını artık hoş görürdüm...
Şimdi çocuklar büyüdü. Akşam yemeğimizi yedikten sonra Serter'le Senem abi kardeş birlikte arkadaşları ile eğlenmeye çıkıyorlar. Biz edi ile büdü eşim Hikmet ile birlikte, bir divana o uzanmış, diğer divana da ben... şekerleme yapa yapa yeni yıla giriyoruz. Eskiden olduğu gibi heyecanım da yok, herkese hediye aldığım da yok … Normalden azıcık daha özenli bir sofra... Erkenden keyifle yiyor içiyoruz... Sonra sofrayı toparladığım gibi televizyonun karşısına kuruluyoruz...
Mutsuz muyum? Hayır aksine mutluyum. Huzurlu... sakin... Ama bundan yirmi beş yıl önce böyle bir yılbaşı geçirsem kesin mutsuz olurdum...
Daha öncelerine gidersek onsekiz-yirmili yaşlarımda kış bile olsa deniz görünce dayanamaz hemen atlayıp yüzmek isterdim. Hatta anımsıyorum, çalıştığım dönemlerde bir 23 Nisan tatilinde bankadan arkadaşlar bir otobüs tutup Seferihisar'a geziye gitmiştik. Yirmi yaşında falandım. Birkaç arkadaş denize girmiştik. Şimdi kesseler girmem. Haziranın ortalarını geçiyor, deniz suyu iyice ısınıyor, ben sonra giriyorum. Gene de ilkin girerken dişlerim takırdıyor. Bııırrrrrr... Şimdi de çok seviyorum denizi ama anlaşılan eski hevesim kalmamış!..
Demek ki her şeyin bir yaşı var. Her yaşta ayrı bir özenç, ayrı bir heves...
Anladım ki demir tavında dövülmeliymiş. Yaşımızın gereği özendiğiniz iyi ve güzel her şeyi zamanında yapmalıymışız. Yarına ertelememeli, heyecanımızı köreltmemeliymişiz...
Çünküüüü.... Giden dönmüyor... Kaçan zaman tutulmuyor...
Hülya Sezgin/[email protected]
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.