İktidar ile muhalefetin mesuliyeti eşittir!
Ahlak, millet ve insan olabilmenin en önemli şartlarından birisidir. Ahlakın olmadığı yerde iktidarınızın ya da siyasetinizin hiç bir ehemmiyeti yoktur. Ne liyakat, ne de adalet gözetebilirsiniz. İnsan toplulukları, insan kalabalıkları haline gelir ki, “hizmet veren de, hizmet alan da”, birbirine karşı hiçbir mesuliyet hissetmez.
Bu noktada, ülkemizin “siyaset karnesi” hiç de iç açıcı değil. Siyasetin niteliği böyle devam ettiği müddetçe de ülke olarak, selamete kavuşmamız çok zor! Son yılarda, siyasi ve sosyal gelişmemizin önündeki en önemli engel de bu, yani “ahlaki çöküntü”.
Bu gelişmemişlik yüzünden Türkiye siyasetinin yapılanması ve iktidar-muhalefet ilişkisi her zaman sıkıntılı olmuştur... Öyle ki, bu tıkanıklık ve sakat işleyiş, demokrasinin kesintiye uğramasına kadar gidebilmiştir.
İktidarın kendisini yegâne ve tek bir güç olarak gördüğü, karşısındaki muhalefetin de aynı sertlikte karşılık verdiği, her iki tarafın da alanını daraltan karşı güce, her yolu meşru görerek mücadele ettiği bir ortamı yaşıyoruz. İşin kötü yanı; bu mücadele şeklinin ülkemizde neredeyse bir gelenek halini almış olması.
Dolayısıyla karalama ve şahsi çekişmeler üzerine bina edilen Türk siyaseti bu haliyle de en çok toplum ve ahlaki değerleri vurmaktadır.
Elbette iktidar ile muhalefet arasındaki ihtilafların giderilmesi beklenemez. Siyaset kurumunun bu iki kutbunun, birbirine karşı mevzilenmiş olması çok doğaldır.
Lakin, iktidar ve muhalefetin kendilerine ve toplum değerlerine zarar vermek yerine, halka dönük siyaset yapılması daha ahlaki ve sağlıklıdır. Zira siyaset, halkı ikna etmek ve onun kuvvetini kendi siyasi hareketinde (partisinde) toplamaktır.
Kısacası, iktidar halkı ikna ederek olunur. Aksi bir tavır ise, ahlaki olmayan bir siyasi yapılanmayı ortaya getirir.
Demem o ki, iktidar ve muhalefet siyasi anlayış ve faaliyetlerinin üst sınırını, “toplum değerleri” olarak belirlemelidir. Siyasetleri de, bu ölçüler içinde gelişmelidir.
İktidarın da, muhalefetin de bu ölçünün ihlal edilmesi olayının, siyaset meselesi değil; devlet, millet, vatan ve ahlak meselesi olduğunu bilmesi gerekir.
Siyaset; iktidarıyla muhalefetiyle, vatan, millet, devlet arasındaki irtibat ve onayın en ileri seviyede gerçekleşmesini ve sürdürülmesini sağlarken, bu irtibatın “ahlaki ve nizami altyapısını” da kurmak ve ortaya koymak zorundadır.
Toplum değerleri söz konusu olduğunda iktidar ile muhalefetin mesuliyeti eşittir.
Burada anlatmaya çalıştığım konu; ülkenin birliği, adaletin ve demokrasinin sağlıklı işlemesi noktasında siyasetin ve partilerin sorumluluğu, daha partilerin kurulma aşamasında ve de yapılanmasında başlar.
Seçim öncesi ve sonrası; parti teşkilatlanmaları ve partilerin aday belirleme şekilleri, propaganda yöntemleri, ortaya koyulan ilke ve söylemler çok önemlidir.
Bugün hiç kimse siyasetçilerden kusursuz ve hatasız olmalarını beklemiyor. Lakin HALK, kavga etmeyen, uzlaşı dili kullanan, (içeride ve dışarıda) adil, samimi ve yalan söylemeyen, liyakat sistemine inanmış siyasetçi kimliği görmek istiyor.
Siyaset, bir ülkenin sayılı itibar müesseselerinden birisidir. İtibarın en önemli anahtarı da itimattır. Sorumluluk, hesap verme, emeği değerlendirme ve de liyakat sisteminin kontrolünün olmadığı bir siyaset ortamında güven nasıl oluşur? Onu da bilemem tabi..!
Siyaset ve siyasetçi ahlaki, dili ve tavrı ile güzel bir örnek teşkil etmek; toplumda, nezaket, şeffaflık ve güven duygularının tesis edilmesine emek göstermek zorundadır. Yoksa sadece sayılarla ve paralarla yapılan siyaset ve kazanılmış iktidar, ülke ve ilkeler adına hiç bir kazanç ifade etmez.
Asıl kazanılacak olan (seçim) erdemli, ahlaklı, itibarlı ve itimat veren siyaset ve siyasetçilerin varlığıdır.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.