İntihar ve sosyal bulaşma
Son günlerde ailece intihar haberleri duyuyor ve üzülüyoruz. Konunun mutlaka tartışmaya açılması ve üzerine düşünülmesi gerekiyor.
İlk olarak İstanbul-Fatih’te yaşanan dramda orta ve orta üstü yaşlarda dört kardeşin siyanür içerek birlikte intihar ettiklerini öğrendik. Hemen ardında benzer bir durum Antalya’da yaşandı. Ancak Antalya’da yaşanan olayda yaşları 5 ve 8 olan iki çocuk söz konusu. Dolayısıyla bu durum intiharın yanı sıra cinayet de içeriyor. Bu yaştaki çocukların yaşama hakları ellerinden alındı. Kimileri “anne baba çocukları arkalarında bırakmak istememiş” derken benim de dahil olduğum kesim, “çocukların yaşam hakları ellerinden alınamaz. Akrabaları veya devlet tarafından büyütülebilirlerdi” diyoruz. İki intiharın nedeni de ekonomik şartlar olarak görünüyor.
“Nasıl üst üste 4’er kişi?” sorusu toplumda soruluyor. Cevabı 18. yüzyıldan Fransız sosyolog Gustave Le Bon, “Kitlelerin Psikolojisi” kitabı ile veriyor. Genelde toplumsal hareketler üzerine yazılmış olan kitap ürettiği "Sosyal bulaşma (social contagion)" teorisi ile; "Topluluk içerisinde hâkim olan bir fikrin bireylere aktarılması ve bunun sonucunda ortak bir eylemin ortaya çıkabildiğini"nin altını çiziyor.
İntihar verilmesi en zor kararlardan biridir ve üzerinde çok düşünülür. Bazı durumlarda intihar edecek şahıs son anda vazgeçer. Bunun birden fazla nedeni vardır.
Dinsel kaynaklar "aklı başında olup intihar edenin" cennete giremeyeceğinden söz eder. İntihar ilahi düzene müdahale anlamı taşımaktadır. Ancak ağır depresyon, cinnet ve yüksek stres, sarhoşluk ya da madde etkisi altında olmanın “aklı başında olmakla” çelişip çelişmediği tartışmaya açıktır.
Toplumsal ve ailevi bağlar da insanları intihardan geri tutar. Özellikle arkada bırakılacak eş ve çocuklar söz konusuysa bireyler hayatta kalıp şartları iyileştirmek için mücadele etmeyi tercih edebilirler.
Aklında intihar düşüncesi bulunan ancak buna cesaret edemeyen insanlar, başkalarının ailece intihar ettiklerini öğrendiklerinde (sosyal bulaşma teorisi gereğince) yalnız olmadıklarını, başkalarının intihar etmeye cesaret edebildiğini, dolayısıyla kendilerinin de bunu yapabileceklerini düşünebilirler. Ki bu nokta gerçekten tehlikelidir.
Yaşanan son intihar vak'alarının ortak noktası ekonomik zorluklar ve yaşam kalitesinin düşüklüğü olduğu için bu noktada iktidarın üzerine düşen önemli görevler vardır. Ekonominin düzeltilmesi, insanların alım gücünün artması iktidarın önceliği olmalıdır. İşsizliğin azaldığı, insanların yaşam şartlarının iyileştiği bir ortamda ekonomi nedenli intihar oranları düşecektir. Bunun için de ekonomi ile ilgili pembe masallar anlatmak yerine ekonomiyi güçlendirecek adımların atılması gerekmektedir.
Toplumsal dayanışmadan da söz etmek gerekiyor elbette. Aklı başında olanların intiharını yasaklayan İslam, beraberinde toplumsal dayanışmanın, "komşusu açken tok yatmamanın" altını çiziyor. Kul hakkı yemenin karşılığı intihardan çok farklı değil. Eğer bir toplum intihar edenleri inançsızlık, günahkârlık, hatta ateizmle suçlayacaksa önce dönüp kendisine bakmalı. "Bu insanlar sıkıntı içindeyken ben akrabası, komşusu, arkadaşı olarak ne destek verdim?" sorusunu kendisine sormalı. Muhalefetin çözüm önerileri sunmak ve konuyu gündemde tutmanın ötesinde yapabileceği bir şey yok, çünkü ekonomi politikaları ve araçları iktidarın elinde. İktidarın ekonomiyi düzeltmek için (bunu başarabilecekse) zamana ihtiyacı var. Ekonomi bu haline dünden bugüne gelmedi. Dolayısıyla düzelmesi de bugünden yarına olmayacaktır. Hatanın düzelmesi için önce onunla yüzleşmek gerekir ki, yüzleşmek bir yana her şeyin yolunda olduğu söyleniyor.
Eğer ayakta kalacak ve varlığımızı sürdüreceksek birbirimize ihtiyacımız var. Akrabalarımızın, arkadaşlarımızın hatırını soracak, ihtiyaçları varsa elimizden geldiğince yardımcı olacağız. Komşularımızı, yakın olduğumuz insanları gözleyeceğiz. İhtiyaçlarımız varsa söylemekten çekinmeyecek, bıçak kemiğe dayanmadan çözüm yolları arayacağız.
Unutmayalım ki intihar edenlerin tamamı apartmanlarda, birçok insanın arasında "yalnız" kalmışlardı. Birçok akrabaları da vardı. Bunu komşu ve akrabaları suçlamak için değil, dayanışmanın eksikliğinin altını çizmek için yazıyorum.
Anlayacağınız, iş başa düştü!
Tabi bunu oy uğruna kutuplaştırılmış, dinamikleri çatışma üzerine kurgulanmış bir ülkede nasıl başarabileceğimizi de bilmiyorum. Yemek programlarının bile "yemeğe" odaklanmayıp misafiri olduğu evin sahibine "laf sokma" üzerine kurulduğu bir yapıda zoru başarmak zorundayız.
Başaramazsak her gün birimiz, bir gün hepimiz öleceğiz...
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.