İReli Demokrasi
TRT Ankara Radyosu sınavlarını kazanarak radyoya intisap ettiğimde, henüz gençliğimin baharında, muhalif kimliğimin haksızlığa baş kaldırısı daha o yıllarda bugünlerin işaret fişeği gibiydi.
Yanlışlıkların, ele geçirdikleri güçle üzerimizde baskı kuranların karşısına dikilir, korkusuzca doğruları, gerçekleri savunurdum.
O yıllarda sıkıyönetimin izleri vardı.
Mesela, farzı misal, kendimden örnekle canlı yayında heyecandan türkünün sözlerini yanlışlıkla tekrarlamışım.
"Şaha doğru giden kervan" türküsünün son kublesinde şöyle demişim;
"Tut elimden düşmeyelim
Derdim coktur deşmeyelim
Doğru yoldan şaşmayalım
Doğru yoldan şaşmayalim
Böyle yare bildir beni"
Canlı yayından arkadaşlarımın karşısında mahcubiyetimden yüzüm zaten alal olmuş, şube müdürüm "Neşe seni Radyo Müdürü bekliyor, bir git bakalım niye çağırmış?" dedi.
Gittim tabii, önce yüzüme bir baktı, yukarıdan aşağıya süzdü.
Kısa boylu olduğum için süzmesi bitince yer gösterdi.
"Otur bakalım Neşe hanım! Canlı yayında okuduğunuz türkünün son kublesinde 'Doğru yoldan şaşmayalım' demişsiniz. Nedir bu? Mesaj mı veriyorsunuz canlı yayında?"
"Ne meşazı sayın Müdürüm bu neyin mesajı olabilir ki? Heyecandan sözleri karıştırıp aynı yeri tekrarladım. Şu suratıma baksanıza hala utancımdan kıpkırmızıyım"
Saf saf konuştuğumu görünce bıyık altından gülümsedi.
"Tamam peki bir daha ki sefere daha dikkatli oku, çıkabilirsin"
Anlamadım "bir dahaki sefere dikkat et" sözünden birşey.
Aradan zaman geçti, iyice palazlanıp ustalaşınca sahne çalışmalarım da başladı.
Bir sendikanın seçimleri vardı, daha sonra da ben sahneye çıktım.
Orada da şu türküyü söyledim (kesilmeyen alkışlar arasında indim tabii sahneden)
O da bir Erzurum türküsüydü.
"Erzurum'da çevirdiler yolumu
Beş on polis bağladılar kolumu
Ne bağlarsın polis benim kolumu
Ben bilirim karakolun yolunu aman yolunu"
Ertesi gün hoppaaa yine müdürün odasına çağrıldım.
"Gel bakalım Neşe hanııım dün akşam neredeydiniz?"
"Bir sendikanın üyelerine verdiği yemekte sahne aldım müdürüm, hayırdır bir sorun mu var?"
"Ne okudunuz orada acaba içinde polis geçen, karakol geçen?"
"Evet müdürüm okudum Erzurum'da çevirdiler yolumu türküsünü seslendirdim onlara."
"Polislere karşı mısın?"
"Ne demek o? (Elinde not yazılı kağıda bakarak) Beş on polis bağladılar kolumu!"
.........
"Müdürüm ama o repertuarda olan bir türkü"
"Nasıl yani?"
"Yani radyoda okuyoruz o türküyü, notası her bir şeysi var derleyicisi yöresi notaya alanı falan. Durun hemen geleceğim" diyerek çıktım... Koridorlarda koşar adım notaların bulunduğu geniş odaya girdim.
Repertuar kitabında Erzurum türkülerini parmağımla sıra sıra tek tek inerek buldum. Repertuar numarasını yazdım bir kağıda.
Arşiv memuru arkadaşıma türküyü çıkarttırıp müdürün odasına koşturdum.
Soğuk bir suratla beni bekliyordu. Elimdeki notayı uzattım.
"Müdürüm bakın şu numarayla kayıtlı bir Erzurum türküsü bu! Marş falan değil. Mesajı halk veriyor zaten yaşanmış bir olaya yakılmış bu türkü"
Gözlüğünü takıp inceledi "Hımmmm" diyerek; "Tamam çıkabilirsiniz Neşe hanım" dedi.
"Nedir bu yaa başıma gelen?" dedim içimden; Sıkıyönetim türküleri de vuruyor düşünceyi de boğuyor halkın yaratığı türküyü de yok sayıyor ve beni radyoda "Komünist Neşe" olarak yaftalıyor.
Repertuardan o zamanlarda çıkartılmış bir çok türkü var, ya da söz denetiminde nizami şekilde sözleri değiştirilerek repertuara alınan.
Üzerinden uzun yıllar geçti.
Düşünce hala suç.
"Yetmez ama evet"çiler demokrasinin geleceğini, ileri demokrasi deyince en ilerisi olacağını sandılar ve "yetmez ama evet" diyerek onayladılar.
Şimdi "ileri demokrasinin" demokrasinin önünde en büyük engel olduğunu, adının "demokrasi" değil "teokrasi" olduğunu, halkın fikir hürriyetinin olmadığını, adaletin hukukun giderek azaldığını görüyorlar.
Batı yakasında değişen bir şey yok Minik Serçe.
Kanadını kopardıklarında feveran etsen de, biz daha o yıllarda bunların sıkıyönetimin bir uzantısı, semirenleri, biz birbirimizi yok etmeye calışırken kazananları olduklarını görmüştük.
Adem ve Havva'dan beri bizlere o yasak elmayı uzatanların bunlar olduğunu biliyorduk.
Elmayı ilk sen kopardın şimdi pişman olsan da.
Dini kendi çıkarları için kullananların ileri demokrasi anlayışları bu kadar.
İnsanlığı geliştirmek adına okullar açmak, üniversiteler kurmak değil, halkı susturmak, sindirmek adına yeni yeni hapishaneler yaptırmak, konuşanları susturmak...
Araştırmacı gazetecileri tutuklamak...
Halkı çaresiz bırakmak...
Yaşam koşullarını iyileştirmek yerine aksine yaşayamaz hale getirmek...
Bölerek, ayrıştırarak, yüreklere kin tohumu ekerek yönetmek...
Neyse ki gerçekleri görecek gözlerimizi gerçekleri duyacak kulaklarımızı Rabbim sonunda açtı ki; bunların ne demokrasi istediklerini, ne de verdikleri fetvalardan yüce dinimize faydaları olmadığını gördük...
Ülkemizde talan edilmedik hiç bir şey kalmadı...
Kanımızla canımızla kazandığımız ülkemizin vatandaşlığını para karşılığı Araplar'a sattılar.
Bir tek Türk milleti olarak aidiyet duygusu bizde kaldı.
Parsel parsel sattılar her yeri.
Gördük mü ebemizin örekesini?
İReli demokrasi denilen şeyin demokrasi olmadığını!
Gördük.
Gören göz.
İşiten kulak.
Kur'an bunu emrediyor.
O halde; Görün, duyun ve gereğini yapın geç olmadan...
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.