İŞTE BU KADAR
Devletimizin yüzölçümü aşağı-yukarı 800 bin kilometrekare diyelim. Tabii olarak sınır komşularımız vardır. Bunların bazıları deniz, bazıları kara, bazıları ise kara ve deniz sınırlıdır. İdari yapıları-sistemleri; ne bizimle, ne de diğerleri itibariyle örtüşmemektedir. Kısmen veya tamamen farklılık göstermesi, eşyanın tabiatına ters olmasa gerektir.
Sınır komşularımızdan birisi 910 kilometre kara sınırımız olan Suriye’dir.
Arap baharı denilen ve ahalinin, devletleri rejimlerine ve başlarındaki devlet başkanları ve ekiplerine karşı ayaklanma-karşı çıkma/koyma hareketleri; neredeyse 1,5 seneyi aşkın bir geçmişten bu yana Suriye’de de devam etmektedir. Diğer Arap devletlerindeki benzeri hadiselerdekinin aksine, Esed rejimine nizami ordusu sahip çıkmıştır.
Mısır’da, Tunus’da, Libya’da, Yemen’de olan hadiseler; yönetim ve rejim değişikliğini, devlet reislerini alaşağı ederek ve Libya Lideri Muammer Kaddafi’yi de katlederek, başarıya ulaşmıştır. Bunların küçük denemeleri Ürdün’de ve Kuveyt’te de kendisini göstermiştir.
ABD ve AB, çeşitli sebeplerle Suriye’deki hadiselere ne yazık ki beklenen tepkiyi ve aktiviteyi gösterememiştir.
Suriye rejimi, acımasızca ayaklanan muhaliflerin hâkimiyet noktalarını karadan ve etkili olarak da havadan bombalamakta, birçok şehirler-kasabalar-köyler/mezralar bombalanmakta, binalar-yollar-elektrik tesisleri… tarımar edilmektedir. Kısacası, Suriye’nin alt ve üst yapıları viraneye çevrilmiş, ahalisinin 500 bine yakını komşu devletlere (Ürdün-Irak-Türkiye…) kaçmış-sığınmış ve bunlardan yüzbinin üstündekiler de Devletimize sığınmıştır. Bunların barınmaları-iaşeleri ağırlıklı olarak Devletimiz-Türk Milletimiz imkânlarıyla ve fedakârlıklarıyla sağlanmaktadır.
Bu işin nereye ve nasıl vasıl olacağı meçhuldür.
03 Ekim 2012 tarihindeki Suriye top mermilerinden bazılarının Urfa/Akçakale ilçesine düşmesi ile üçü çocuk beş vatandaşımızın ölmesi, dokuz yurttaşımızın yaralanması üzerine bardağı taşıran bir hadise zuhur etmiş oldu.
Türk Devletimiz ve TSK’lerimiz; TBMM’nin kararına dayalı bir şekilde, ayniyle cevap vererek Vatandaşlarımızın kanını yerde koymamış oldu. Bu, beklenen bir davranış idi ve ahali nezdinde öyle de kabul gördü. Bu yöndeki teyakkuzun sağlanması için TBMM’den 04.10.2012 tarihinde bir yıl süreli olarak Suriye’ye sınır ötesi hareket için karar alındı. MHP, AKP’ ye gereken desteği vererek, CHP’de BDP ile ayni yönde hareket ederek 129 azınlık sayısına karşılık 320 oyla Suriye’ye dış hareket bulunmaya Meclis izni alınmış oldu. Olmasına oldu da, bir vaveyla koptu ana ve üçüncü sıradaki cücük muhalefete ile Meclis dışındaki yamyam tamtamcıları harp istemeyiz namelerini çalmaya başladılar. Sulh/Barış istiyorsan, cenge hazır ol, sözü; yapılanların isabetine ışık tutuyordu, adeta.
Aradan epey bir zaman geçti. Harp-darp yok. Harp arzu edilen-istenen bir husus olmasa gerektir. Ancak, kapıya dayandığında ve kaçınılmaz olduğunda, yapılacak başkaca bir iş de kalmamış ise Yurdumuzun-Milletimizin korunması için en son çare olarak harp de yapılır, herhalde. Onun için de Anayasanın ve kanunların icabı şekli hukuki şartların da önceden sağlanması cihetine gidilmiş olmaktadır.
İşin garip tarafı, Dış politikada; CHP’nin yan çizmiş olmasıdır. Yok tezkere’de Suriye adı geçmiyormuş da, ileride; ya başka bir devlete karşı da aynı karar baz alınırsa da gibi savsatalar mazeret olmasa gerektir. Ne yani, bütün devletlere karşı bir karar alınmış olsa, ihtimali bir ani gelişmeye karşı hukuki destek verilmiş sayılsa, bundan Devletimiz-Milletimiz ne kaybetmiş olur, dersiniz. Aksine, yurdumuza, aniden beklenmedik savaş açılsa, hava-kara-deniz ihlalleri olsa; TSK’lerimiz oturup TBMM kararını mı bekleyecek sanılır. Öyle mi?
BDP’den, destek beklenmeyeceği tabiidir. Onların varlık sebebi, Kandile-İmralı’ya türkü seslenmek, yakanlara-yıkanlara-şehit vermelerimize bayram yapanlarla kucaklaşmak ve öpüşmek-sarmaş dolaş olmaktır. Yaptıklarının hesabını Türk Devletimize/Milletimize, Adaletimize verirler de, bizler de; Dünya gözüyle o günleri görürüz İnşeallah. Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki, en kısa sürede yapılan hainliklerin cezası verilir. Bu cezayı Allah’a tez günde ve tez zamanda verir ve böylece mucizesini bir defa daha necip Milletimize de Dünya efkârı umumiyesine göstermiş olur. Çünkü Allah’ın ve Resulü’nün iltifatına-övgüsüne mazhar olan Türk Milletine yanlış yapanlar-hainlikte bulunanlar, her zaman İlahi adaletin yeryüzündeki tecellisiyle Baki Âleme gidilmeden kahrı perişan olmuşlardır.
Efendim, ABD yardım etmiş etmemiş, takviyede bulunmuş veya bulunmamış gibi değerlendirmeler bir tarafa; gereken en ideal bir şekilde ifa edilmiştir.
İşte bu kadar, diyelim.
Türk Devletimize-Türk Milletimize, TSK’miz ile emniyet güçlerimize ve bütün kamu organlarımıza yürekten inanıyoruz.
Ahmet ÖZDEMİR
Maliyeci-İktisatçı
[email protected]