Kadına şiddet hakkında doğru ve yanlış bilinenler
Bu yazıyı sosyolog ve aile danışmanı kimliğimle bir “uzman” olarak kaleme alıyorum. Bu konuda alçakgönüllü olmayacağım. Özellikle “toplumsal cinsiyet algısı” konusundaki teorik ve saha çalışmalarım gerekse kendi danışmanlık merkezimde karşıma gelen bazı çiftlerin öyküleri bu konuda yazmamı gerekli kıldı. Sizlerle kadına şiddet hakkında doğru bilinen yanlışları, yanlış bilinen doğruları paylaşmak istiyorum.
Son yaşadığımız Emine Bulut olayı toplum vicdanına bir hançer gibi saplandı. Görüntüleri kaydeden genç “görüntüleri kaydedip yardım etmemekle” suçlandı. Görüntüler çekilmemiş olsaydı Emine Bulut vakası belki de bir “üçüncü sayfa” haberi olarak verilecek ve bugünkü farkındalık ve tepki gelişmeyecekti. Farklı yerlerden bakmak ve farklı yorumlara açık olmak bize kaybettirmeyecek, aksine kazandıracaktır.
Yazıma başlamadan önce Birleşmiş Milletler verilerini, OECD verilerini, TÜİK verilerini gözden geçirdim. Arşivimdeki konuyla ilgili kitaplara göz attım ve anladım ki burada rakam ve istatistiklerden bahsetmeye başlarsam yazı 10 sayfa sürer ve sosyal bilimlere aşina olmayanlar hiçbir şey anlamazlar. O yüzden tek kaynak göstermeden bildiklerimi ve danışanlarımdan edindiğim deneyimleri sizlerle paylaşacağım.
Ülkemizin kutuplaşan ikliminde her konuda olduğu gibi sekürlerler (laikler demiyorum, laiklik insanlara değil devletlere has bir tanımdır. İnsan laik olamaz çünkü din ve devlet işlerini ayırmak bireyin değil devletin işidir. Seküler ise TDK sözlüğünde “Laik yaşama ait olan, dinden bağımsız olan” olarak tanımlanıyor.) ile kendilerini “dindar, mütedeyyin” olarak tanımlayanlar hemen her konuda birbirlerinden ayrıldıkları gibi kadına şiddet konusunda da uzlaşmak yerine “kırmızı ve mavi köşelere” geçmeyi tercih ettiler.
Sosyal medyada daha önce başlayan ve Emine Bulut’la zirve yapan kadına şiddet konusunda bazı sekülerler İslam inancına saldırmayı tercih ettiler. Değerli okurlar, istatistikler kendini ateist ya da deist olarak tanımlayan erkeklerin şiddet konusunda kendisini “Müslüman” olarak tanımlayanlardan geride olmadığını gösteriyor. Arada çok ciddiye alınmaması gereken %1, %2 farklar var. İslam ve Kur’an’ı hedefe koyacaksanız yeri bu konu değil.
Benzer durum kadına şiddeti eğitimsizliğe bağlayanlar için de geçerli. Üniversite mezunu karı-kocaların ülke genelinde oranı %20. İlgili araştırma başlığı adım adım okuryazar olmayandan üniversite mezunlarına kadar geliyor ve yaklaşık 6 başlık var. Bunların en tepesinde üniversite mezunu erkekler var ve oran %20…Demek eğitim de tek başına sorunu çözmüyor.
“Bizim coğrafyadan” diyenler var. Araplara yakınız diye... 2018 Yılında İsviçre Federal Cinsiyet Eşitliği Ofisi (BFEG) tarafından İsviçre'nin Bern kentinde kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddet konulu bir konferansta aile içi şiddetin her iki haftada bir, bir kadının canını aldığı rakamlarla ifade edildi. Demek sorunun coğrafyayla da ilgisi yok…
Buraya kadar okuduklarınızdan asla “kadına şiddet normaldir, her yerde olur” dediğim sonucuna varmayın. Ben şiddetin toplumsal karşılığının çok katmanlı olduğunu, net cümlelerle ifade edilmemesi gerektiğini ifade ediyorum. Eğitim, inanç sistemi ya da coğrafyaya dair tanımlar asla tek cümlelik sihirli reçeteler olamazlar. Kadına şiddetin kökenini ve çözüm önerilerini başka yerde aramakta fayda var.
Sosyolojik tanım kısmından sonra sıra aile danışmanlığı pratiklerine geldi.
Aile içinde kadına şiddetin kökenlerini ararken bazı sorular vardır. Danışma odasında konuşmaya başlamadan önce şiddet uygulayanlar için bazı testlere ihtiyaç duyarız. Hiçbir biyolojik (yapısal) sorun “konuşarak, terapi yaparak” çözülmez. En azından benim net görüşüm budur. Önce Tiroid hormonu olan TSH ölçümlerini isteriz. Şeker değerlerinin tespiti önemlidir. Beyin MR’ı gerekir. Bezelye büyüklüğünde bir tümörün beynin ilkel ve dürtüsel kısmı olan Amigdala’ya baskı yaptığında ortaya değil aile içi şiddet uygulayanlar, seri katiller çıktığına dair veriler mevcuttur. Amigdala beynin “saldır ya da kaçın” diyen bölümüdür. Kendinden zayıf gördüğüne “saldır” emrini vermesine de şaşırmamak gerekir. Amigdala’nın dürtüselliğini frenleyen “mantık abidesi, medeniyetin mimarı” Prefrontal Kortkesin yeterince gelişip gelişmediğine bakarız. Tüm bu biyolojik sorunların çözümlerini bilim üretmiştir, yapısal sorunlar bazı durumlarda ilaçlarla çözülür.
Bir sonraki aşama yaşama alışkanlıkları olur. Madde ve alkol bağımlılığı partnere davranışları olumsuz etkiler.
Diyelim ki hiçbir biyolojik sorun yok, adam sapasağlam karşımızda.
Kök ailesine (anne, baba ve kardeşiyle yetiştiği ev) kadar gider ve bu konuda konuşuruz. Erkek çocuklar bazen babalarının yolunu izlerken kızlar da annelerinin peşinden giderler. Aile öğretileri ve rol kopyalamaları günlük davranışları için belirleyici olabilir.
Tutarlı tutuma sahip olan, hatalara tolerans gösteren, iletişim kanallarını açık bırakan ailelerden genelde şiddet uygulayan çocuklar çıkmıyor. Anne ve baba çocuklarıyla kaliteli zaman geçirdiğinde çocuklar daha dingin ve anlayışlı oluyorlar.
Kadına şiddet toplumsal anlamda çok katmanlı bir sorundur ve reçetesi asla ideolojik sloganlar olamaz. Kökeni ve çözümleri doğru yerlerde aramak gerekir. Biyolojik bir sıkıntı yoksa dönüp aile albümünü gözden geçireceksiniz...
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.