Kambur kamburu gördüğünde rahatlar
Hukuk Fakültesi'nde iken bir hocamızın söylediği sözü hiç unutmadım: "Dünya tarihinde yokluk ve yoksulluktan dolayı isyanlar olmamıştır, isyanları başlatan adaletsizliktir."
Bu söz "her adaletsizlik olan yerde isyan olacaktır" anlamına gelmiyordu.
Dr. Zülfikar Özkan ise "Beynin Mutluluğa Ayarlanması" isimli kitabında şu tespitleri naklediyor:
"İnsanı mutsuz eden, fazla şeye sahip olmaması değil, başkalarından azına sahip olmasıdır. Bir kambur, başka bir kamburu gördüğü zaman rahatlar."
“İnsan istemeyi aklından geçirmediği malların yokluğunu kesinlikle hissetmez. Bununla birlikte yüz kat fazlasına sahip bir başkası, istediği şey onda olmadığı için kendini mutsuz hisseder.”
"Zenginlerin büyük serveti yoksulları huzursuz etmez. Buna karşılık zenginler bir niyetini gerçekleştiremediğinde sahip olduklarıyla avunmazlar. Zenginlik deniz suyuna benzer. Ne kadar içilirse o kadar susatır. Aynı şey şöhret için de geçerlidir. İsteklerimiz gerçekleştikten sonra onlara alışırız. Sahip olduklarımıza zamanla kayıtsız kalırız."
"İnsan başkalarıyla iletişim kurarak rahatlamak istiyor. Bir insan kendisi gibi benzer acıyı çeken kişilerle bağlantısı olduğunda daha fazla acıya dayanabiliyor. Diğerlerinden soyutlandığı zaman acısına daha zor dayanabiliyor."
Gerçekten 1999 Kocaeli depreminde diğer şehirlerden gelen hekimler depremzedelere terapi yapmaya çalışıyorlardı. Bir uzman doktor “çok ilginç, bizim insanımız bu toplu terapiyi her gün kendileri yapıyor. Bize ihtiyaçları yok. Çünkü hep deprem hakkında görüşerek terapiden beklediğimiz yararı sağlıyorlar” demişti.
* * *
KİTLELER TEPKİSİZ
Türkiye’de kitlelerin üzerinden silindir gibi geçen ağır bir ekonomik tablo var. Toplum, küçük bir kesimi hariç, enflasyonun altında ezilmekte.
Buna rağmen bırakın kitlesel eylemleri, demokratik bir tepki dahi yok. Hatta iktidardaki AKP’nin oy oranının etkilendiğine dair bir veri de yok.
Türkiye'de nüfusun yüzde 60,4’ü dolayında kesiminin yani 51 milyon 600 bin kişinin açlık sınırının altında yaşadığı tespit edildi (Tüketici Hakları Derneği, 2023).”
BM 2023 Sürdürülebilir Kalkınma Raporu'nun verilerine göre, 82,3 milyon nüfuslu Türkiye’nin 14,8 milyonu yeterli gıda tüketemiyor.
Türk-İş verilerine göre dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 2023 Aralık ayında 47 bin lirayı aştı.
Ancak ücretlerin yarıdan fazlası asgari ücret mertebesinde. Asgari ücret ortalama ücret haline geliyor. Emeklilerin durumu tam bir facia. En düşük emekli maaşının 10 bin TL olacağı “müjdelendi.”
İşçi ve Bağkur emeklilerine verilen zam oranının yüzde 37,6 tutulurken memur emeklilerine yüzde 49,25 verilmesine tepki doğmuştu. CB Erdoğan İşçi ve Bağkur emeklilerine yüzde 5 ek zam verileceğini (toplam zam oranının yüzde 42,6 olacağını) “müjdeledi.” Sanki tepkiler azaldı gibi. Oysaki emekli maaşları asgari ücretin ve açlık sınırının altında kaldı.
* * *
Bu adaletsizlik karşısında SGK ve Bağkur emeklisi olup AKP’ye oy verenler tercihlerini değiştirir mi?
Bu kadar ağır tabloya rağmen kitlelerin iktidara demokratik bir tepki dahi göstermemesi normal mi?
Adaletsizlik ne kadar büyürse büyüsün, bizde bırakın isyanı, oy kaybına bile sebep olmaz mı?
Acaba “zenginlerin büyük serveti yoksulları huzursuz etmez” tespiti Türkiye’nin yoksullarını da tarif ediyor olabilir mi?
“Yoklukta eşit” duruma gelenlerin oranı arttıkça, halkımız “kamburun kamburu görmesi gibi” rahatlıyor mu?
* * *
UYKUSUZ MUSUN, SUSUZ MUSUN?
Nasreddin Hoca, şehirlerarası yolculuk yaparken, yolunun üstündeki köyde bir köylüye konuk olmuş. Yatma zamanı gelince adam;
- "Hoca Efendi, uykusuz mu yoksa susuz musun?" diye sormuş.
Adamın yemekten söz etmediğini gören Hoca hiç bozuntuya vermeden;
- "Buraya gelirken pınar başında bir güzel uyumuştum" demiş.
Cumhurbaşkanı Erdoğan emeklilere de aynı yöntemle yaklaşıyor. Hiç yemekten söz etmiyor. “Ey vatandaşım aç mısın? Ne yiyip ne içiyorsun?” diye sormuyor.
“Beka, sabır, şehitlik, cennet” gibi kavramlarla konuşuyor.
Ama çok şükürler olsun ki kendisi 2024 yılını “Emekliler Yılı” ilan etme lütfunda bulunmuşlar.
* * *
SABIRSIZLIK ETMEYİN
Şeyh efendi sofularına:
- Cennette elma; incir, nar, hurma var; bunlardan yiyip doyarsınız, bu dünyanın açlığına dayanmak gerek, diyormuş. Bir gün sofulardan biri Şeyhine:
- “Efendim, bugün bizde elli börek pişecek” diyerek onu yemeğe çağırmış̧. Şeyh yemek vakti sofunun evine gelip oturmuş. Bir az beklemiş, ama pişen bir şey yokmuş. Sonra dayanamayıp:
- Sofu, hani pişip gelen bir şey yok, ağzımızı sulandırdın bıraktın, demiş.
O zaman Sofu:
- Pirimiz, biz senin öbür dünyada bağışlayacağın inciri, elmayı bekleyip kapında yedi yıldır suyunu çektik, odununu getirdik. Siz ise bir günde pişecek yemeği bile bekleyemeden sabırsızlık ediyorsunuz, demiş.
* * *
TAZI OLUR
Ağa, kahyasına gittiği yerden kendisine bir tazı getirmesini söyler. Fakat kâhya unutur ve tam ağanın yanına gireceği sıra aklına gelir. O sırada sokakta dolaşan besili bir köpeği alıp ağanın kapısına bağlar ve içeri girer.
Ağanın “tazımı getirdin mi?” şeklindeki sorusuna, kâhya:
- Evet getirdim, işte kapıda duruyor, der ve köpeği gösterir.
Ağanın “Bu tazı değil, tazının kulağı uzun, beli zayıf olur” demesi üzerine, kâhya “Ey ağamız, bu sizin kapınızda biraz kalsa açlıktan zayıflar ve harika bir tazı olur” diye cevap verir.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.