Kavmiyetçilik
Kavmiyetçilik her devirde tartışma konusu yapılmıştır. Milliyet Meselesi olarak da tanımlanan bu konu, Dini anlamayan veya Allah’ın bu konuda söylediklerini nefsine göre yorumlayanlar tarafından zaman zaman pişirilerek piyasaya sürülmüştür.
Bu konuda en sert tartışmalar 20.yy. başlarında, aslen Bir Kürt Aşireti Babanzadelere mensup; İstanbul Darülfünun (üniversite) da öğretmen Rektörlük yapan, Babanzade Ahmet Naim (1872-1934) ile büyük şair, yazar, sanatkâr Yahya Kemal Beyatlı (1884-1958) arasında geçmiştir. Bu iki şahsiyetin görüşleriyle kavmiyetçiliği, asabiyetçilği, bölücülüğü ve milliyetçiliği açıklamaya çalışacağım.
Ahmet Naim’in bu konuda yazdığı, İslam’da Dava-i Kavmiyet başlığını taşıyan eserini sadeleştirerek 1978 yılında piyasaya süren Ömer Lütfü Zararsız eserin giriş bölümünde şu sunumu yapıyor.
İnsanlık tarihi boyunca Hak ve Batıl, İman ve Küfür mücadelesi sürüp gelmiştir. İslam’ın zuhurundan bu yana da. İslam milleti ve Küfür Milleti olarak iki cephe, iki millet halinde çarpışa gelmiştir. Küfür milleti maddi güçle İslam Milletini yenemeyince, taktik değiştirerek onu önce bölmeyi, sonra parça parça yutmayı planlamıştır. Bunun için, İslam milleti arasına, ırk ve kavim farklarını körükleyerek fitne sokmuştur. Türk, Kürt, Arap… gibi ayrılıklar istismar ederek Türkçü, Kürtçü, Arapçı… gibi Cahiliyet taassubu olan ırkçılık ve Kavmiyetçiliği yeniden hortlatmıştır. Böylece İslam Vahdetini dağıtarak, tefrika ile uyuşturduğu İslam milletinin her bir parçasını eline almıştır. (Babanzade/Zararsız 1978:13)
Yukarıda verilen görüşler, Hucurat suresi 13. Ayeti yok saymaktır. Allah bu ayetinde: Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır. Ayette Allah, insanlardan kendi kabile ve kavimlerine bütün değerleriyle sahip çıkmalarını ve her türlü kültür değerlerine sahip çıkarak tanınma bakımından kendilerine benzemelerini, başka kavimlere benzemeye çalışmayıp, kendi farklılıklarına sahip çıkmalarını emretmektedir. Farklı dillerde yaratılmalarında bir hikmet olduğu gibi, bu durumda Allah’ın hikmetlerindendir. Birlikte yaşama ve gelişme açısından, Milletleşme Allah’ın istemediği değil, istediği bir olgudur.
Yesevizade Alpaslan Yasa ‘’Kur’an Milliyet Terakkisi ve Irkçılık Sapması’’ adlı eserinde: Bu giriş bölümüne karşı, Zararsız, bu ‘’giriş’’ yazısında asabiyetçilik (ırkçılık) ve bölücülük ile milliyetçiliği aynı kefeye koymuştur. Halbuki, her Müslümanın milli kimliğine sahip çıkması ve mensup olduğu millete karşı hususi bir saygı duyması, İlahi bir haktır. Bu his fıtridir, tabiidir. Bu hisse muhalefet etmek, fıtrata kafa tutmaktır. Böyle bir his insanları bölmez düşmanlaştırmaz, bilakis onları yaklaştırır. Birbirlerine kenetler ve büyük birlikler halinde teşkilatlanmalarına amil olur. Bu seviyelerdeki kaynaşmayı tahakkuk ettiremeyen insanların Ümmet ve nihai olarak da insanlık birliklerini tahakkuk ettirmesi nasıl beklenebilir? Tam tersi bu zihniyet, hain mihraklarında tahrikleriyle, Müslümanların müfrit davranışlara sürüklenerek birbirleriyle şiddetle çatışmalarına zemin hazırlar. (Yesevizade/ Kur ’ani Milliyet Telakkisi s:303)
Babanzade, bir Müslümanın mensup olduğu milletin adını anmasını dahi istememektedir. Bu fikir insana şahıs ve soy adıyla hitap edilmesinin yasaklanması kadar abes bir düşüncedir. Nitekim, milliyetimiz, şahsi kimliğimizin esas mayasıdır. Yani her birimiz ancak o ortak mayadan yola çıkarak ferdi şahsiyetlerimizi geliştirebiliriz. (Yesevizade/ K. M.T. s:303)
Babanzade’nin İslam Birliği adına telkin ettiği fikirler özetle şöyle:
- Halkımıza ‘Ey Türk’ diye değil, ‘Ey Müslüman!’ diye hitap ediniz. Kendisine daima Müslümanlıktan bahsedin, Türklüğünden bahsetmeyin.
- Halka: Sizin atalarınız Kara Han, Bozkurt Han, Oğuz Han, Cengiz Han, Hülagu Han dediniz. Onlar da inandılar. Bunlar müşriktirler, Müslümanları ata kabul edin.
- İsimlerinizi de İslam adlarıyla değiştirin. Gök Bey, Gündüz Bey’ler, Konur Bey’ler bize göre değil. Putperest olan sahte ecdada bağlanmayın.
- İslam gayesi Türklüğü kurtarır, Türklük gayesi ise, İslam dairesini hiçbir zaman çevreleyemez.
- Allah rızası için, Türklerin yüzünü Kabe’den Turan’a çevirmekten vazgeçin! İki cihet birbirine zıttır. Bir anda ikisi birden görülemez. Ya Turan’a bakıp Kabe’yi unutacaklar, Ya da bin yıldır olduğu gibi Turan’ı arkada bırakacaklar. Not: Burada doğru bir yaklaşım var. Türk milliyetçileri ne Kabe’den ne de Turan’dan vazgeçmemişlerdir. Emperyalizm bu durumu çokça kaşımıştır ama Türk milleti bu oyuna gelmemiştir.)
- Irkçılık zokası zehirlidir! Onu yutanlar zaten Dinsizlikle hastalanmış iseler, bu zehir ile iyi olamazlar. Eğer dindar iseler, o zehiri yuttuktan sonra felah bulamazlar.
- İki zıddı bir arada bulundurma hayalinden vazgeçin. Ya ‘‘Halis Türkçü’’ olun (ki, bunu size tavsiye etmek hatır ve hayalimden geçmez.), yahut dobra dobra ‘’İslamcı’’ olun! Zira, bir anda hem İslam hem de Cahiliye sancakları altında bulunmak muhaldir!
- ‘’Türk’’ ünvanı altında ileri sürülen her fikir, ayrılık verir. İslam’a bu ünvanla sarılsanız da zamanla husumet ve düşmanlık doğurur.
- Bir insan kendi kavmini sevmekle, diğer Müslümanları niçin sevmesin? Demeyiniz.
- İrşatlarınız Türklük namına değil, Müslümanlık namına olsun! Mazideki putperestlikle iftihar edilmez. Velhasıl, Türklük sevgisi ile İslam sevgisini birleştirmek gibi bir hayali bizim idrak ve havsalamız almıyor. (Babanzade/ Düzdağ 1976: 48-60)
Yukarıdaki görüşler sıradan birinin değil, Osmanlı’nın son dönem İstanbul Üniversitesi Rektörü’ne ait. Bu dönemde Osmanlı’nın kurtarılması için dört görüş öne çıkmıştı. 1- Osmanlıcılık 2- İslamcılık 3- Anadoluculuk 4- Türkçülük. M.Kemal ve arkadaşlarının savunduğu Türkçülüğe karşı İslamcıların görüşleri bu yönde idi. Diğer görüşler birliği sağlayamadı. Türkçülük görüşü Anadolu ve Rumeli Birliğini sağlayarak İstiklal Mücadelesi başarıyla verildi.
Ahmet Naim Bey, Türkçülüğü yererken, Arapları ve Arap milliyetçiliğini üst seviyeden İslam adına yüceltiyordu. Bugün aynı zihniyet, dünden farklı mı? Değil. Kendini Türk hissetmeyenler, İslam’a sığınarak Türk’e ve Türkçülüğe karşı gelirken, her fırsatta kendi mikro milliyetçiliklerini yapmaktan geri durmazlar.
Babanzade Ahmet Naim Bey’e en alıcı cevapları o yıllarda ‘’Tevhid-i Efkar’da’’ Yahya Kemal veriyordu. Yahya Kemal’in cevap yazılarından bir paragrafla konuyu bitirmek istiyorum.
Türk kelimesinin telaffuzundan bile ürken katı zihniyet, elbette bir cem’iyetin benimsediği bir dine, mahalli bir renk katmasını, temel inanç sistemini zedelemeden, ona milli bir hüviyet kazandırmasını hiç kabullenemezdi. Halbuki bir dinin cihanşümullüğü, onun, özünü kaybetmeden, her iklime, her topluluğa intibak kabiliyetiyle mütenasibdir. Dinin millileşmesinin başlıca ölçüsü ise, o dinin namaz dili ve Kur’an kıraati müstesna, bütünüyle milli dile aktarılması ve ferdi- ictimai hayatın her sahasına sinmesidir. (Yesevizade/ Kur’an milliyet Telakkisi s:309)
Babanzade Ahmet Naim Bey, ölmeden bir ay önce Yahya Kemal’le İstanbul Vefa semtinde karşılaşırlar. Ahmet Naim Bey, Yahya Kemal’e Tevhid-i Efkar’daki yazılarını yeniden okuduğunu, bu yazıların bir şair fantezisi olmadığını, manevi bir ufuk olduklarına kaail oldum diyerek özür dilemiş ve Yahya Kemal’e hak verdiğini itiraf etmiştir.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.