Kişiler gelir geçer, devlet ve milletler baki kalır
Bir insanın ömrü ortalama yetmiş, seksen yıldan ibarettir.
Bu ömür süresince yaptıkları, öldükten sonra nasıl anılacağını belirler. Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi anılmak da mümkündür, Hitler gibi anılmak da.
Mevcut iktidar ve ülkeyi yönetenlerin nasıl anılacaklarını yaptıkları ve yapacakları belirleyecek. Ancak altı çizilmesi gereken nokta yaptıkları hataların toplumsal karşılığının batılı ülkelere göre (olumlu veya olumsuz anlamda) yüksek ve etkili olacağı gerçeğidir.
Nedenlerini sayalım;
Batılı ülkeler aydınlanma çağı sonrası 2. Dünya Savaşı’na kadar yükselen bir grafikle ilerlediler. On beşinci yüzyıldan on sekizinci yüzyıla kadar ilerleyen Merkantilist ekonomi silah ve siyaset üzerine kuruluydu. Bu sömürgecilik döneminde Avrupa, Amerika kıtasını, Afrika ve Doğuyu sömürerek değerli madenleri hammaddeleri ülkelerine taşıdılar. Max Weber’in “Protestan Ahlakı ve Kapitalizm” adlı eserinde dile getirdiği “Püriten ahlak” anlayışı dünyada bir tür çileciliği yüceltirken diğer yandan tasarruf ve harcamama odaklı anlayışı içerir. Sömürgelerden gelen hammadde ve değerli madenler çarçur edilmez ve ciddi bir sermaye oluşturur. Bu birikim sanayi devrimini doğurur. Sanayi devrimi ardından Merkantilizm yerini liberalizm ve kapitalizme bırakır.
Çok uzatmak istemiyorum ancak meramımı anlatabilmem için arka planı doğru ifade etmem gerekiyor.
Aydınlanma ile kiliseyle devlet yönetimi arasındaki göbek bağını koparan Avrupa, Püriten Protestan ahlakı ile çileci bir tasarruf anlayışına yönelerek sömürgelerden gelen kaynakların birikmesini sağlamış, bu da güçlü ekonomik yapının temelini atmıştır.
Düşünsel ve ekonomik yapı oluştuktan ve yerleştikten sonra farklı taleplerin önü açılmış, bu talepler de beraberinde iki dünya savaşı doğurmuştur. Bunlar daha fazla sömürge ve “yaşam alanı” isteyen ulus devletlerin milliyetçi tavırlarıdır. Bugün Fransa’da, Belçika’da gerçekleşen eylemler ya da yakın tarihte (1960-70 arası) gerçekleşen gençlik hareketleri rötuştan ibarettir.
Avrupa oturmuş bir bürokratik yapıya, ekonomik yapıya, devlet yapısına sahiptir. Bizde olmayan da tam olarak budur!
Türkiye Cumhuriyeti’nden söz ettiğimiz zaman büyük devrimlerden, görkemli bir Kurtuluş Savaşı’ndan söz ederiz. Ancak genç cumhuriyetin ürettiği her şey 1923’te başlar. Henüz 100 yılı bile dolmamıştır. Toplumsal yapı oluşmamış, 3 ayak arasında git-geller yaşanmaya devam etmektedir. Bir yanda Osmanlı mirası, diğer yanda genlerimizde yaşattığımız Orta Asya kültürü, öte yanda Avrupalılaşma isteğimiz. Toplumumuzu son derece kırılgan kılan da bu üç eğilimin durmaksızın çatışma halinde olmasıdır.
Avrupa’yı Avrupa yapan süreç yaklaşık 600 yıldır. Toplumsal yapıların yerleşip genel kabul görmesi böyle bir zamana ihtiyaç duyuyor.
Her seçim öncesi kitlelerin kutuplaştırılması 100 yılı bile doldurmamış bir cumhuriyet için doğru seçim olamaz. Sandıktan çıkacak oy hesabıyla, kişisel ikbal amacıyla henüz yapısını yerleştirmemiş bir toplumu kutuplaştırmak, Türkiye Cumhuriyeti’ne yapılabilecek en büyük kötülüktür!
Bunu yapanlar herkes gibi günün birinde toprak olup gider ancak bıraktıkları hasar ömürlerinin iki katında sürede ancak tamir edilebilir.
Yeri gelmişken Metin Akpınar ve Müjdat Gezen gibi bu ülkenin değerlerine yapılan baskıyı asla kabul etmediğimi ifade etmek istiyorum.
Bu gidiş, gidiş değil…
Zücaciyeci dükkânını idare eden şahıs özellikle seçim zamanlarında kendi dükkânına fil gibi girmeyi tercih ediyor sonra balkon konuşmalarıyla pansuman yaptığını sanıyor.
Derin kesikler gazlı bezle tedavi edilemiyor!
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.