Kız anadan öğrenir sofra düzmeyi…
2-Devam…
“Kız anadan öğrenir sofra düzmeyi, oğlan babadan öğrenir yaren gezmeyi…” Ailenin ve ana baba eğitiminin önemini vurgulayan güzel bir söz değil mi? Çankırı’mıza ait…
işte bundan dolayı Çankırı’mızın kızı, tuzu ve tozu meşhurdur ayıptır söylemesi…
Bu arada laf aramızda ünlü masal kahramanı Keloğlan da Çankırı Çerkeşli imiş…
Feshane’de standımız ilgi görüyor, hanımlar, beyler, çocuklar ilgi ile geziyorlar. Savaş, ben ve Fatih resim çalışıyoruz ya… çok hoşlarına gidiyor. Merakla, çekinerek bakıyorlar. Hemen yakın ilgi gösteriyorum. Konuşuyorum, çocukları yanıma çağırıyorum. Meraklı olanların eline fırçayı verip gösterdiğim yeri boyamalarını istiyorum. Boyuyorlar… onlar da ben de seviniyorum...
Yalnız bir çarşaflı hanım geldi. Fatih’in bir tablosunu beğendi, fiyatını sordu. Fatih söyledi…hanım “Bunun ne özelliği var ki bu fiyata” dedi. Oysa rakam uçuk değildi. Zoruma gitti… “Biz bu malzemeyi Hint’ten Yemen’den getirtmiyoruz. Bütün kırtasiyecilerde var. Alın ve buyurun kendiniz yapın.” diyerek devam ettim. “Hem taaa Ankara’dan, Nevşehir’den Çankırılı bile olmadıkları halde Çankırı’mız için gelmiş arkadaşlarım için siz neler söylüyorsunuz?” “Haaa Çankırılı değiller miii? Zaten Çankırı’dan böyle ressam messam çıkmaz.” diye cevapladı. Daha çok sinirlenmiştim. “Sen şimdi bizi neden beğenmiyorsun, ben Çankırılıyım. Hiç insan kendi insanını küçümser mi? İşte Çankırılıyım ve ressamım.” dedim.
İşte burada benim amacım zaten şu idi: Önce kendimize inanmalıyız. Kendimizi beğenmeliyiz. Çankırı’dan ressam da çıkar, yazar da… sanatçı da, mimar da, mühendis de… Çankırı’dan her iyi insan çıkar. Onun için önce Çankırı’mıza ve Çankırılımıza inanmamız ve sahip çıkmamız gerek. Bu konu ile ilgili de herkes üzerine düşen görevi yapmalı. Elbet Çankırılı tek ressam ben değilim. Ama ben; Çankırı’yı ve Çankırılıyı sahipleniyor ve memleketlisini sanatla tanıştırmak için, bir adım daha ileriye götürmek için çalışıyorum.
Örneğin geçtiğimiz aylarda Aydın Karacasu’da yaptığımız gibi uluslararası bir resim çalıştayını Çankırı’mızda yapsak… Yurt içi ve yurtdışından gelecek sanatçılara Eldivan, Ilgaz, Bayramören, Kurşunlu… gezdirsek. Buraların muhteşem güzelliğini onlara göstersek. Tuz mağarasına götürsek. Taş Mescit’i göstersek… Şahin tepesine çıkartsak… Onlar ülkelerine, memleketlerine dönünce bu güzellikleri ballandıra ballandıra anlatsalar… Buralar turizme açılsa… Halkın içinde yapacağımız çalışmalarla Çankırı’mızın tarihi ve kültürel güzelliklerini resmetsek ve sonra hediye edeceğimiz eserleri müzede sergilesek… Böylece müzemiz sergilenecek değerli sanat eserlerine sahip olurken halkımız da sanatla ve sanatçıyla tanışmış olmaz mı?
Ütopya mı diyorsunuz? Eğer ben de Hülya’ysam bu koloniyi yaparım, sonra da yazarım… siz de okursunuz… Coştum işte... Var mı itirazı olan?
Stantta otururken bakıyorum Fatih kaybolmuş. Fatih nerede? Biraz sonra eli kolu tanıtım kitapları ve broşürlerle dolu olarak geliyor. Söylemedi ama sanırım Fatih ileride Çankırı için bir çalışma yapacak. Haa bu arada söyledim mi bilmiyorum Fatih Nevşehir Üniversitesi Resim Bölümü Başkanı ve doçent…
Standımıza ünlü radyocu Afrikalı Ali (Ali Şentürk) geldi. Ali de Çankırılı… hemşehrim. Güzel gönüllü, efendi, mütevazı bir kardeşim. Şenlik programının sunuculuğunu o yapıyordu. Hatta bir gün beni ve Savaş’ı da sahneye çağırdı ve röportaj yaptı. Resimlerimden söz ettik. Çankırı sevdamızdan söz ettik… Ali’ye sordum “Neden Afrikalı Ali? Hiç de Afrikalıya benzemiyorsun?” “Radyoculuğa ilk başladığım dönemlerde yurt dışından hep futbolcu transferleri yapılıyordu. Arkadaşlar da bana “Sen de Afrika’dan transfer oldun; Afrikalı Ali” dediler. Öyle kaldı.” dedi. Neşeli, sevecen bir genç. Ben orada daha fazla Çankırılı sanatçı arkadaş görmek istiyordum. Hatta Neşe Dilekçioğlu ve Turgay Başyayla ile tanışacağımı umuyordum. Bu yıl gelmediler… Umarım gelecek yıl gelirler…
Stantlarda her ilçe kendi kültürünü tanıtma çabası içinde… yemekleri nedir, ne yetişir, ne üretirler, nasıl giyinirler, köy odasında konuklar nasıl ağırlanır… hepsi anlatılmak istenmiş. Girişte genişçe bir alan ve ortada pist var. Zaman zaman orada temsiller ve canlandırmalar, halk oyunları yapıldı. Türküler söylendi. En güzel güveç yarışması yapıldı…
Bu yıl ilki düzenlenen Feshane Çankırı tanıtım günleri beni sevindirdi, umutlandırdı. Her şey mükemmeldi demiyorum. Bu ilk… elbet bazı eksiklerimizin olması normaldir. Önemli olan bu eksiklerin açık yüreklilikle ortaya konulup gelecek yıl daha güzel, daha doğru, daha Çankırı’mızı tanıtacak şekilde düzenlenmesidir gönlümden geçen. Ama bir konu var ki onu söylemeden edemeyeceğim. O da ses, yani gürültü kirliliği… Bir yerde mehter marşı çalıyor, karşıda Orhan Gencebay… bir başka yerde Eldivan’nın kirazı türküsü, arka stantta ise bir genç saz çalıp türkü söylüyor... Hemşehrilerimiz davul eşliğinde oynuyor… Elbet çok güzel, coşku… ancak ses desibelleri akıllara zarar… sağlığı bozar… iki kişi karşılıklı konuşamıyorsunuz. Hoparlörden gelen seslerin yüksekliği nedeniyle sandalye üzerinde zıp zıp zıpladım yemin ederim. Her gün başım ağrıdı… Ses biraz daha kısık olsaydı… her stant kendi coşkusunu başkalarının sesini bastıracak şekilde yarışır gibi açmasaydı…
Devam edecek…
Hülya Sezgin/ Kültür sanat yönetmeni
www.haberhurriyeti.com
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.