"Kökten Jakoben" CHP'liler
Şöyle geriye doğru yaşanmış siyasi süreçleri analiz ettiğimizde; AKP'nin hikayesinin yazılmasında CHP'nin rolünün de ne denli etkin olduğunu görebiliyoruz. Öyle siyasi yaşanmışlıklar var ki; sanki CHP yazıyor, AKP ise senaryolaştırıyor gibi.
Kılıçdaroğlu bunu değiştirmek için çok çaba sarf etti. Özellikle inançlar üzerinden ayrımcı referanslarla kutuplaşmayı körüklemek değil "Bizler de Türkiye ortalaması inanç dünyasına hem dahiliz hem de saygılıyız" mesajını vermek için çok çaba sarf etti. Bu anlamda başörtüsünün kamusal alanda problem olmaktan çıkarılmasında büyük emeği ve katkıları olmuştur.
Ancak CHP'de öyle "Kökten jakobenler" var ki; hiç bir zaman "Türkiye ortalaması algı düzeyi"nin hesabını yapamamışlar, aynen Fikri Sağlar'ın "Türbanlı hakimin adaleti yerine getireceğinden kuşkuluyum” ifadesinde olduğu gibi; Kılıçdaroğlu'nun öncülüğünde CHP'nin "Türkiye ortalaması algı düzeyi"ne uygun ürettiği siyasi iletişim ve projelerini sürekli akamete uğratmışlardır. Birisi kalkar Türkçe Ezan'dan bahseder, birisi başörtüsünden bahseder, bir diğeri göbeğini kaşıyan adamdan bahseder ve böylece CHP'yi neden oldukları algılarla dar alana sıkıştırıp sonra da %26 oy oranının üzerine çıkamamanın geyiğini yaparlar.
Şimdi durup dururken siyasi konjonktürü dikkate almadan, suiistimale tamamen açık hatta kesin bu sözlerle CHP'nin bir türlü sırtından atamadığı bagajına aynı yükleri tekrar tekrar yüklemenin ne anlamı var. Dedim ya; "Kökten jakoben anlayış" buna mani oluyor. Bu nasıl bir haz alma duygusu olmalı ki; bir türlü vazgeçilemiyor.
Peki, jakoben aristokrat çocuğu Fikri Sağlar; karşı mahallenin yani "Başörtülü Hakim" üzerinden simgeleştirdiğin kesimin senin hakkında ne düşündüklerini hiç merak ettin mi? Sanmıyorum. Sen onlar için ne camiye, ne mescide giden; her hangi bir inanca sahip olmayan; moderniteyi kendilerine dayatan; onları hep eksik, zavallı, yoz kendini ise etkin, yetkin ve mükemmel gören buyurgan birisisin(!)
Ve, yine bu kesime göre başörtülü olmalarından dolayı senin gibi düşünen hakimlerin kendilerine karşı adil olamayacağını düşünürler. Sen istediğin kadar "Ne münasebet benim inancım da var, imanım da var" desen de; karşılıklı iki kutup olarak beslediğiniz realite tamamen budur.
Kısaca sen kendini ne görürsen gör, sandıkta oy kullanırken oyun jakobensin diye herhangi bir kat sayı ile çarpılmadığı gibi karşındakinin de eksilmez.
Hep süregelen şu ki; Fikri Sağlar gibi Türk milletinin ortalama algı düzeyinden bihaber "Kökten jakoben" CHP'liler zaman zaman AKP'nin harap olmuş yelkenlerini dikip onarıyorlar; şişirip yol almasını da AKP'ye bırakıyorlar.
''Başörtüsü' ''ün manasını gasp eden ve kendi tasarrufunda gören AKP
Havası, suyu, ekmeği, aşı kadar siyasi varlığı için elzem olan başörtüsü denen enstrümanı hangi niyetlerine alet ettiklerini hep söyleye geldik ama "Tek adam"ın yine kendisi kadar anlatabilme başarısını gösterememiştik.
Yani bir anlamda muhterem itiraf etti; "Başörtüsüne yüklenen mana bizim gaspımız ve inisiyatifimiz altındadır. Her nerde ve kimin üzerinde olursa olsun bizden olmadığı sürece bir anlam taşımaz. O sadece bizim üzerimizde taşıyabildiğimiz, bizimle simgeleşmiş bir enstrüman" demiştir.
Öyle ya; başörtüsü inanç gereği giyilen bir enstrüman ise giyenin hangi parti, hangi mahalle, hangi semt veya hangi işyerinde olmasının ne önemi var.
Ne yani, başka partilere aidiyet duyup da başörtülü olmanın iman-i olup olmadığına karar veren, AKP'nin uhdesinde beslenen bir ruhban sınıfından icazet mi almak lazım.
Herhangi bir kadının hangi Saiklerle nerede bulunup da, hangi niyetle başını kapattığını sorgulamak; her kim olursa olsun haddine düşmemiştir.
CHP'deki başörtülü bir bayanı CHP'de konu mankeni olarak görmek; Allah'tan korkmayan bir vicdanın birikmiş kinini kusma halidir.
Cumhur İttifakının Demirtaş manivelasını kullanarak siyaseti dizayn etme çabası
Demirtaş mevzusu üzerinden bu ülkenin itibarına bizatihi yönetenleri tarafından adeta suikast yapılıyor veya neden olunuyor. Bunu bilmek ve görmek lazım.
Bu ülke büyük ve ciddi bir ülke olarak kabul görmüş uluslararası ortak değerler üzerine inşa edilmiş bloklara üye olmuş, sözleşmelerle çeşitli taahhütlerde bulunmuş, yaptırımlarını kabul ederek kendini bağlayıcı imzalar atmış. Bunları da bilmemiz lazım.
Demirtaş hakkında açılmış; başlıkları farklı farklı ama PKK ve terörle ilişkili ve iltisaklı olma anlamında çok davası var. En bilineni ise hepimizce malum olduğu üzere HDP seçmenini sokağa davet ederek ikisi polis olmak üzere 43 kişinin ölümüne sebebiyet vermesi. Yani toplumu kalkışmaya davet etmek.
Peki bu kadar insanın ölümünden sorumlu tutulması hakkında cezai hüküm verilmesine yetmez mi? Niçin bu dava sonuçlanmadı da dört senedir sürüncemeye bırakıldı? Dört yıl gibi uzun süre tutuklu kalmasını gerektirecek kuvvetli deliller varsa; (ki var) peki mahkemenin yapılıp hükmün verilmesine engel olan nedir? İşte AİHM de bunun sorgulamasını yapmış.
Yargı sistemimizin bu ihmalkarlığı veya "Siyasi iradenin yönlendirmesi" (mesela Rahip Branson hakkında siyasi iradenin isteyip, mahkemenin de hemen karar vermesinde olduğu gibi) ile Demirtaş meselesi üzerinden AİHM'de ülkemiz aleyhine alınmış kararda vebali olan hükümet bu vebalini milletin sorgulamasından kaçırmak için milletin PKK/HDP ve Demirtaş'a olan öfkesini kullanarak, AİHM kararının Demirtaş'ı suçsuz gördüğü şeklindeki resmi görüşü dayatarak, biz eleştiri yapanlara karşı "Demirtaş'ı nasıl savunulabilirsiniz?" şeklinde tehdit unsuru olarak kullanmak istiyor.
Oysa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Demirtaş'ı masum gördüğüne hükmetmedi ki. Bugüne kadar delillerin toplanıp, mahkeme safhasına geçilip yargılanmasının tamamlanmamasına dikkat çekerek, hala tutuklu olmasının haksızlığına hükmetti. Bu hükmün sonucunda da; altına imza attığımız uluslararası sözleşmenin gereği bağlayıcı yaptırımlar devreye sokuluyor.
AİHM'in aleyhimize verdiği kararlarla ülkenin güvenirliğinin ve itibarının sarsılması, uluslararası sermayenin gelmemesi veya mevcutların kaçması, ödenecek maddi tazminatlar gibi bir takım risklerle karşı karşıya gelmiş olmamız cumhur ittifakının umurunda bile değil. Cumhur ittifakı için esas olan; otoritelerinin korunması, kollanması ve önümüzdeki seçimleri tekrar kazanabilmektir.
Cumhur İttifakı tarafından resmen algılarla zihinlere kumpaslar kuruluyor. Nedir o; uluslararası yaptırımlar konusunda kendi ihmalkarlıkları veya iç siyasi hesaplarından mütevellit oluşan olumsuz bir vebalin ödeteceği bedelin millet tarafından fark edilmemesini sağlamak üzere, milletin Demirtaş'a olan ortak öfkesi, gerçeğin önüne perde olarak konmak isteniyor.
Demirtaş meselesi üzerinden ödenecek olan EUR 35,000'lık tazminat ile pandemi sürecinde işini kaybeden, evine aş girmeyen kaç garsonun ailesinin ihtiyacı karşılanabilir; hep beraber düşünelim bakalım.
İşte asıl mesele bugünkü konjonktürde bu gerçeği görünmez ve bilinmez kılmaktır.
Bundan sonraki süreçte ise Cumhur İttifakı'nın yine Demirtaş davası/davaları üzerinden HDP seçmeninin oylarına nasıl oynayacaklarını izleyeceğiz. Ama bunu bize "Devlet projesi" diye anlatacaklar.
Derneklerle ilgili düzenlenen yasa da meclisten geçtikten sonra önemine binaen tekrar hatırlatmak isterim ki...
Bu sistemde Millet İttifakı cumhurbaşkanlığını kazandıktan sonra en az bir yıl süre ile neden olunan tahribatlar giderildikten sonra "Güçlendirilmiş parlamenter sistem"e dönme çalışmalarına başlanmalı ve nihayetinde geçilmelidir.
Aksine "Güçlendirilmiş parlamenter sistem"e dönme" kararı alındıktan sonra seçime gidilmesi gibi büyük bir hatanın içinde olmak millet ittifakının yapacağı en büyük hata olacaktır ki; geleceğin Türkiye'sinde kurumsal kimliklerinin varlığı bile tehlikeye gireceği gibi zaten varlıklarının da anlamı kalmayacaktır.
Dolayısıyla Cumhur İttifakı'ndan bu aralar "Gelin şu parlamenter sisteme dönme işini bir görüşelim" diye teklif gelirse bilinmeli ki; bunun arkasında gizlenmiş, millet ittifakını içine çekmek isteyen bir kumpasın varlığı söz konusu demektir. Oyuna gelmeyiniz...
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.