Konyalı Celalettin, nam-ı diğer Mevlâna
Belli zümrelerin menfaatlerini muhafazaya yarayan muhafazakârlığı ve birtakım mutat / geleneksel davranışları zaman zincirinde din zanneden Anadolu Müslümanlığı’nda Mevlânâ Celâleddin Rûmî eşsiz bir yer tutar. Ultra modern görünümüne rağmen hurafe ve ritüel bakımından Anadolu Müslümanlığından ayrılmayan Sosyete (Elitist) Müslümanlığı’nda da büyük yeri vardır. Bu yazıda onun hayatını ve eserlerini artılarıyla – eksileriyle ele alacak değiliz. Zira o da resmî Anayasamızdaki “değiştirilemez” maddeler gibi görünmeyen dinî anayasamızda “eleştirilemez” isimlerden biridir. Bir farkla; mevcut Anayasamızda ‘değiştirilemez’ kısmı üç + bir’dir, menkul anayasamızda ise ‘eleştirilemez’ler binbir.
Meselâ desem ki Şirkle Mücadele Derneği mensubu bir tevhidçi (muvahhid) mü‘min olarak Kur‘an-ı Kerim’de 16 yerde geçen Allah-u Tealâ’nın insanların mevlâsı olduğu mesajı gereğince ve yine O’na mahsus sıfatları isimlendiren Esmâ’ül-Hüsnâ’dan bir tanesiyle herhangi bir ‘kul’un adlandırılmasına karşıyım, Bakara 286’daki hitabı da masaya koysam; “Ente Mevlânâ : Ey Rabbimiz / Sen Mevlâmızsın / Sensin bizim Efendimiz / Sahibimiz Sensin” diye, acaba desinler hazretleri ne derler?
Veya Konyalı Celalettin desem hakaret mi kabul edilir; şehri ve ismi bu olduğu halde? Yada saray sûfisiydi / meclis mutasavvıfıydı ve Alâeddin Keykubad, Gıyaseddin Keyhüsrev, Rükneddin Kılıçaslan, İzzeddin Keykavus, IV. Kılıç Arslan gibi sultanlarla; Gürcü Hatun, Gömeç Hatun gibi sultan eşleriyle; Celaleddin Karatay, Kemâleddin Kâbi, Atabek Mecdeddin, Celaleddin Mahmud, Emineddin Mikail, Bedreddin Yahya, Tabib Ekmeleddin gibi yüksek bürokratlarla; Sahib Fahreddin Ali, Bahâeddin Mehmed, Cacaoğlu Nureddin, Muineddin Süleyman Pervane gibi emirlerle hatta o zamanlar Rum Diyarı (Rûmî = Anadolulu) denilen Anadolu’yu işgal eden Moğol İdarecileriyle de (Baycu Noyan, Keyhatu, Taceddin Mu‘tez, Emir Şerefüddin) pek iyiydi desek mala - davara bir zararı dokunur mu?
Meselâ; 1258 yılında Konya’ya varan Kadı Kemâleddin’in bir vesile ile Mevlâna namlı kimesneyi ziyaret edip onun müridi olmak için ikram etmek istediği şekerler az gelince Sultanın zevcesi Gömeç Hatun’un yardımıyla ancak bunun yerine getirilebildiği notunu düşsek kim, ne anlar?
Meselâ; çok sıkı dostluk kurduğu ve sarayında onuruna verilen ziyafetlere, ayinlere kusursuz katılım gösterdiği Vezir Muineddin Pervane’ye “Uluğ-Pervâne (Ulu Pervane)”, “Pervâ-yı A'zam (Koca İlgi)”, “Kutluğ Uluğ Pervâne” diye hitaplarda bulunduğunu ve dostlarından biri zarara uğrayarak 3000 altın dinar borçlanıp bunu ödeyemeyince Süleyman Pervane’ye yine yardım elini uzatmasını bildiren bir mektup yazdığını kaynak göstererek belirtsek kaç yazar? Muineddin Pervane’nin bu meblâğın Divân’a taallûk ettiği cevabı üzerine de Mevlâna nam şahsın Hazreti Süleyman ile devler arasındaki efsanevî münasebetleri örnekleyerek “Biz dîvânın (=devlerin) Süleyman’ın hükmünde olduğunu biliyorduk. Süleyman’ın dîvanın (=devlerin) emrinde bulunduğunu zannetmiyorduk” diye mukabelede bulunduğunu ve bu nükte akabinde Vezir Pervane’nin bu parayı ödemek zorunda kaldığını aktarsak mevzu nereye akar?
Şair burda ne demiş? “Biz hazinenin M.Pervane’nin emrinde olduğunu biliyorduk. Meğer M.Pervane hazinenin emrindeymiş” demiş. Ya ne olacaktı? Meşhur profesörlerimizden Osman Turan’ın Ötüken Neşriyat – 1971 baskılı SELÇUKLULAR ZAMANINDA TÜRKİYE kitabının 542’nci sayfasında geçen bu diyalogdaki rakamı (3 bin altın) müellif o yıl itibariyle 600 bin lira olarak değerlemiş. Şimdinin 305 bin yeni lirasına tekabül ediyor ama 6 sıfır (000.000) eksik olarak.. Düz yoldan 3 bin cumhuriyet altını deseniz bile 5 milyon 700 bin ytl ediyor.
Desem ki kamu malı, “maun”; diyacahsınız: “Gel, gel; ne olursan ol, yine gel.”
Desem ki Şikâyetkâr Fuzulî, ‘Yoh, yoh’çu Emrah; diyacahsınız: “Bizi bilen bilir, bilmeyen de kendi gibi bilir.”
Demiyorum, vazgeçtim...
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.