Kore Dağlarında Çocuklarımız
Yoktan Yere Bir de Kore Vurgunu Yedik… Yönetime yeni gelmişlerdi. Devlet deneyimleri yeterli değildi. Halk arasında “Dolduruşa gelmek” derler. İşte öylesine dolduruşa geldiler. Hastalıklı bir çiftlik çocuğu iken Mustafa Kemal’in gözüne çarpmakla kendisini Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir koltukta bulan bir Adnan Menderes…
Koşulların sürüklemesi sonunda hiçbir göz kamaştırıcı niteliği bulunmadığı halde koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanlık koltuğuna oturduğunda kendisini Birleşik Amerika’nın kucağında buldu. Onun üstünde de tepeden tırnağa inat küpü bir Celal Bayar.
Bilenler bilir, Fahri Özdilek adında bir generalimiz vardı. Rahmetli Özdilek bir gün basın mensuplarına “Amerika eşek arısından beterdir, bir bal kavanozuna düştüğünde dibini kurutmadıkça kavanozdan çıkmaz, çıkarılamaz” demişti. Çok çok eski günlerde demişti ve bu sözleri kulaklarıyla işiten gazeteciler arasında ben de vardım.
1950’ li yılların başındaydık. O yıllarda Amerika bugünkü kadar sevimsiz değildi. Dünyaya dişlerini henüz göstermemişti. Bizimkiler de henüz gözleri açılmamış heveslilerdi. “İş başına gelir gelmez neler de başardılar” denilmesine pek hevesliydiler.
Ülke yönetimini devralır almaz Nato’ya girme sevdasına düştüler. O zaman hür dünyanın ağa babası Birleşik Amerika idi. Kore’de savaş başlamıştı. Görünüşte Kuzey ile Güney arasında kavga vardı ama, Kuzey Kore’nin arkasında Kızıl Çin yer alınca Birleşik Amerika Güney Kore’ye arka çıkmak durumunda kalmıştı. Böylece Kore Savaşı Hür dünya ülkeleri ile Komünist bloku ülkelerinde oluyormuş kılığına dönüşünce Amerika bizimkilere şartı koşmuşlardı: “Koreye asker,yolla, kendini Nato’ya alınmış bil.”
Kore’ye asker yolladık.
Elli kişi mi? Yüz kişi mi? Bin kişi mi? Haayır… Tam tamına dört bin beş yüz kişi. Bunca ana kuzusu dünyanın öbür ucuna… Hesap ediverin bir kere televizyonda izledik. Günümüzde bile Kıbrıs’ta askerlik etmiş adama Kıbrıs’ın nereye düştüğü soruluyor. Adamım “Sicilya taraflarına” diye yanıt veriyor. Bir başkası “Kıbrıs bir ada ve Karadeniz’de…” diyor.
O gün o çocukların çoğu “Kore” lafını ilk kez işitiyorlardı. Çoğumuz ülke mi, yoksa bir marka mı olduğundan emin değildik. Ve dört bin beş yüz delikanlımızın pek çoğu o yaşa gelinceye kadar yıkanmasına yetecek sudan daha fazla su birikintisi görmemişlerdi.
Deniz nedir, okyanus nasıl bir şeydir? Ve Türkiye’den Kore’ye nasıl gidilir?
Dört bin beş yüz ana kuzusunu bir vapura doldurdular. Ve bir ay boyunca güzel Anadolu’mun yiğit çocukları kurbanlık koyunlar gibi deniz üstünde içleri dışına çıka çıka bunaldılar, sıkıldılar, sıkıntıdan patladılar. Gemi daha yoldayken ölen oldu.
Dil bilmez çocuklarımız. Gemide ne buldular da yediler? Birleşik Amerika’nın verdiği kırk yıllık konservelerin ne kadarını yiyebildiler? Üst başları nasıl yıkandı? Kendileri nasıl yıkanabildiler. Onca kişiyi bir ay geçindirecek koşullar nasıl sağlanabildi? Bir de ülkeden uzaklaştıkça her birini karabasan gibi saran “özlem” neyle onarılabildi?
Ve Kore ormanlarında dört bin beş yüz ceylan… Ve her ağacın arkasında ellerinde kurşun kusan tüfeklerle av peşinde yüzbinlerce Çinli. O çocukların hemen hepsi gönüllü gitmişlerdi biliyor musunuz? Bizde vatan savunması “kutsal” diye öğretilir. O körpelere Kore’yi vatanmış gibi gösterdiler. Oysa Güney’de oturan kardeşle kuzeyde oturan kardeş birbiriyle dövüşüyordu. Yeryüzünde pek çok ülke yöneticisi “Bu iki kardeş isterse birbirini yesin, tek benim bir çocuğumun bu uğurda burnu kanamasın” dediler.
Ancak, bizim çiçeği burnunda başbakanımız Meclise filan haber vermeden “Dört bin beş yüz asker benden…” dedi. O çocukların hiç biri Adnan Ağa’nın gözünde onun koyunları kadar değerli değildiler. Öldüler, öldürüldüler. Kimileri tutsak edilip götürüldü.
Kore savaşı sona erinceye kadar o dağlarda adeta “Av olsun” diye kızıl güçlerin önüne salıverilen Mehmetçiğimizin sayısı otuz bine yaklaştı. Evet, bugün pek konuşulmuyor ama o günlerde her köyümüzden bir şehit, her mahallemizden neredeyse bir kayıp verdik.
“O günden bu yana Kore nerede biz neredeyiz?” diye şöyle bir bakacak olursak ne görüyoruz? Çok çetin geçen bir savaş sonunda yanmış yakılmış ve nüfus yapısı da inadına bozulmuş bir ülke iken Güney Kore günümüzde gelişmiş ülkelerden biri. Teknolojide başa güreşiyor, otomotiv’de dünya devlerine kafa tutuyor. İnsanının refah düzeyi yüksek.
Doksan yıldır savaş yüzü görmemiş, nüfus yapımız tamam, hammadde kaynaklarımız bol iken Türkiye’miz bırakınız kör topal ayakta durabilmeyi, parça parça olmanın eşiğinde bocalıyor. İnsanımız mutsuz. Özellikle gençlerimiz gelecekten umutsuz. Ülkede yoksulluk diz boyu Ve fakat bir avuç seçkin var ki, onların çoğu için ülkemiz adeta soygun yatağı..
Adeta babadan, atadan onlara kalmış imparatorluk mirası. Onlar da “sonradan görme” mirasçılar. Ve yüz yıl öncesinden Şairimizin kendilerine buyruğu var: “Yiyin efendiler yiyin… Bu han-ı iştiha sizin. Doyunca, patlayınca, tıksırıncaya kadar yiyin.”
(Devam edecek)
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.