Liyakat - Nezaket - İhanet
Eskiden yürütmenin başı olan Başbakanlar TV’lerde açık oturuma karşısında ya diğer siyasi partilerin liderleri veya farklı görüşteki gazetecilerle beraber çıkarlardı. Serbestçe sorulan sorulara gayet nazik bir üslupla ve meselelere vakıf olduğunu hissettiren bir hazırlıkla cevap verirlerdi.
AKP Genel Başkanı R. Tayyip Erdoğan Başbakanlığında olduğu gibi Cumhurbaşkanlığı döneminde de bu güzel geleneği değiştirdi. Erdoğan rakip siyasi parti liderleri ile de bağımsız gazetecilerle de programa çıkmıyor veya çıkamıyor.
Sadece kendisi değil, Erdoğan’ın atadığı bakanlar, AKP milletvekilleri ve AKP yöneticileri de rakip siyasi partilerdeki muadilleri ile açık oturumlara çık(a)madığı gibi, bağımsız gazetecilerin sorularına muhatap olabilecekleri programlara da katıl(a)mıyorlar. Bunlar sadece kendilerine çanak soru soran sözde gazetecilerin önceden hazırlanmış sorularına tek başına cevap veriyor.
TV açık oturumlarında muhalif parti temsilcileri veya bağımsız gazeteciler varsa AKP’yi temsilen yandaş gazeteciler konuşuyor. Bu tuhaf durum nedense artık yadırganmıyor.
CB ve AKP Genel Başkanı Erdoğan 25 Temmuz 2022 akşamı TRT ortak yayınına çıktığında da yine Erdoğan ve yandaş gazetecilerin önceden hazırlanmış bir senaryoyu sahneye koyduğu hissine kapıldım. Sorular ve cevaplarının aynı merkezde hazırlandığı ve Erdoğan’ın göz hareketlerinden, çoğu “cevapları” arka planda bir ekrandan okuduğu kanaatine ulaştım. Demokrasi seviyemizin geldiği bu utanç verici sahneyi izlemeye devam edemedim.
Bu programda “gazeteci” Okan Müderrisoğlu’nun kendisine sordurulduğu anlaşılan sorusuna, Erdoğan’ın verdiği “cevap” gündeme gelince ilgili bölümleri internetten bulup izledim.
* * *
O MAKAMLARA LAYIK DEĞİLLERDİ
Okan Müderrisoğlu’nun seslendirdiği RTE’ye yönelik soru şöyle: “Bir dönem sizinle yol yürüyen ve önemli makamlara gelmiş isimler ayrı partiler kurdular. Geriye dönüp bakınca onlar için bir tanımınız ya da değerlendirmeniz oluyor mu zaman zaman?”
Bu “soruda” özellikle AKP’den ayrılıp DEVA ve Gelecek Partilerini kuran Ali Babacan ile Ahmet Davutoğlu’nun kastedildiği açık.
Ali Babacan, RTE’nin başkanı olduğu Bakanlar Kurullarında, Ekonomiden Sorumlu Bakan, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev yaptı.
Ahmet Davutoğlu ise Dışişleri Bakanı, Başbakan ve AKP Genel Başkanı oldu.
Fakat anlaşılan belli konularda Erdoğan ile anlaşamadıkları için partiden ayrılıp kendi partilerini kurdular.
Şimdi gelelim Erdoğan’ın cevabına. Cevap aynen şöyle:
“Onu onların düşünmesi lazım. Onların nasıl bir İHANET içerisinde olduklarını kendilerinin düşünmesi lazım. Onlar o makamlara kendileri layık oldukları için gelmediler. O makamlara getirildiler. Eğer onlara bakanlık verildiyse, başbakanlık verildiyse, hepsi onlara bir irade o makamları verdi. Onlar bunun kıymetini bilemedi. Şu anda masanın etrafında dönüp dolaşıp bir şey yapmaya gayret ediyorlar.”
* * *
Bu cevapta öncelikle Erdoğan’ın siyasi üslubunun nezaket kuralları gibi bir çerçeve içine oturtmanın mümkün olmadığı görülüyor.
Erdoğan eski yol arkadaşlarını liyakatsiz oldukları halde o makamlara kendisinin getirdiğini söylüyor.
Nezaketsizlik tarafı bir yana, bu sözü duyan herkesin "Mademki liyakatsizlerdi, neden bakan, başbakan yaptın?"
“O zamanlar Nureddin Nebati, Binali Yıldırım ve Mevlüt Çavuşoğlu gibi ‘liyakatli’ isimler varken neden bu ‘liyakatsizleri’ seçtin?"
Veya "liyakat ve ehliyet sizin için hiç mi önemli olmadı?” soruları akıllarına gelmeyecek mi?
* * *
MADEM LİYAKATSİZLERDİ…
Davutoğlu ve Babacan’ı uyguladıkları veya zamanında itiraz etmedikleri belli politikalar sebebiyle eleştirebiliriz. Ben de zamanında çok eleştirdim.
Ama Erdoğan’ın devleti yönettiği kadrolar içinde en başarılı olduğu dönemler bu iki ismin o makamları işgal ettiği dönemlerdi.
Kişi başına milli gelirin 12 bin 500 doları aştığı, enflasyonun tek haneli rakamlarda olduğu, IMF ve Dünya Bankası’nın hükümetin ekonomi politikalarını övdüğü, Uluslararası değerlendirme kuruluşlarının yüksek puanlar verdiği, çok ucuza borç bulabildiğimiz bir ekonomimiz vardı.
AB ile ilişkilerin geliştiği, tam üyelik için gelişmelerin yaşandığı, hak ve özgürlükler alanında gelişmelerin dış mihraklarca övüldüğü bir dönemdi.
Başbakan A. Davutoğlu yolsuzlukla mücadele paketini hazırlattırmıştı. Ancak Siyasi Etik paketini yasalaştırmaya gücü yetmemişti. Keşke bunu başarabilse de bugün kirli ilişkiler ve haram servetlerin hikayelerini öğrendikçe duyduğumuz kirlilik ve pis kokular olmasaydı.
Erdoğan o dönemde yapılanları gururla anlatırdı. Halen de geleceğe dair ümit vermeye çalışırken, “meseleleri biz çözeriz, tıpkı geçmişte yaptıklarımız gibi” diyerek mesaj veriyor.
Türkiye ekonomide, dış politikada, adalette, milli eğitimde, tarımda, sanayide vd hemen her alanda bir çöküş yaşıyor. Bütün bunlar “liyakatli” bir Başkan’ın liderliğinde oluyorsa, Erdoğan liyakatli fakat O’nun atadığı herkes liyakatsiz demek olmaz mı?
* * *
İHANET ÜLKEYE Mİ, ŞAHSINA MI?
R. Tayyip Erdoğan, Davutoğlu ve Babacan’ı ihanet etmekle suçluyor. Muhtemelen sadece A. Davutoğlu, Ali Babacan, Abdullah Gül, Abdüllatif Şener gibi partiden ayrılanlar değil, Cemil Çiçek, Bülent Arınç, Ömer Dinçer, Hüseyin Çelik gibi arafta bekleyenler de hain sayılıyor.
"Şu şu politikalarda beni yanılttınız ve bugün yaşadığımız sorunların sebebi siz oldunuz" dese belki bunu anlayabiliriz.
Bugün bile övündüğü işleri yapanları ihanet etmekle suçlayınca bu ihanetin ülkeye değil, kendisine karşı olduğu inancında olduğunu anlıyoruz. Bir nevi "devlet benim" anlayışının tezahürü de olabilir.
Bu yüzden O’nun makam mevki verdiği herkes sözüne başlarken “Sayın Cumhurbaşkanımızın emir ve talimatlarıyla” diyerek sadakatlerini vurguluyor. Bunlar "istifa" dahi edemiyor, "görevden affını diliyor"; görevden alındıklarında kendisini görevden alana şükranlarını arz ediyor.
Bu haller modern ve demokratik bir devlet olmaktan her geçen gün ne kadar uzaklaştığımızı gösteriyor.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.