NE KADAR İNSANIZ NE KADAR SANATÇIYIZ
Çetin Uyan Ayla Aksoyoğlu ile bir sohbetleri sırasında Ayla hanımın anlattıklarından çok etkilendiği için yazılı hale getirmesini istemiş. O da Çetin beyi kırmamış ve bu güzel düşündürücü yazıyı yazmış...
Çetin Uyan Ayla Aksoyoğlu ile bir sohbetleri sırasında Ayla hanımın anlattıklarından çok etkilendiği için yazılı hale getirmesini istemiş. O da Çetin beyi kırmamış ve bu güzel düşündürücü yazıyı yazmış... Ben de bu güzel yazının facebook ortamında arkadaş grubumuz tarafından okunması ile sınırlı kalmasına gönlüm razı olmadı... Okurlarımızla paylaşayım dedim...
Teşekkürler Ayla Aksoyoğlu ... Teşekkürler Çetin Uyan...
Hülya SEZGİN
NE KADAR İNSANIZ NE KADAR SANATÇIYIZ
Eski çağların büyücüleri yeni zamanlarda evrilerek dönemin sanatçıları haline geldiler. Sanat tarihçileri, antropologlar, sosyologlar böyle diyorlar. Büyücüler toplumlarının önderleri, güçlü insanları ve doğa üstü güce sahip hayran olunası kişileriydi. Akıl çağı, pozitivist bakış hakim olunca, dünya üzerinden büyü ve onun sahipleri bir bir yok oldular ve yerlerine aynı sihre sahip aynı yaratıcı, değiştirici gücü taşıyan sanatçılar, yazarlar, düşünürler ortaya çıktı ve gerçekten de büyücülerden daha etkili ve hızlı dünyayı değiştirdiler. Eski Yunan’dan Rönesans’a, sanayi devrimine, milenyuma dek akıl ve sanat adamları baş rolleri kaptı. Bilim hiçbir çağda sanatsız yaşamadığı gibi son yüzyılda da varlığını sanatsız sürdüremediğini fark etti ve her iki disiplin sıkı bir sarmala dönüştü.
Gerçek modern ve ileri toplumlarda sanatçının yeri hiyerarşinin en üstünde, en başat karakterde konumlanmış, bundan ne siyasetçiler ne sıradan halk rahatsızlık duymamış, hatta bundan kıvanç payı çıkarmışlardır. Elbette Garcia Lorca’nın ölüm fermanını yazan siyasetçiler olduğu gibi, kendisini en sert biçimde eleştiren ve siyasi görüşü tamamen kendine karşı olan Sartre için: Sartre beni istediği şekilde eleştirebilir, çünkü Sartre Fransa demektir ‘ diyebilecek bilgelikte devlet adamları da vardır.
Dünyanın ahvali böyle iken Türkiye’de manzara oldukça acıklıdır, ölüm emri bu kez heykellere, resimlere, tiyatro eserlerine, kitaplara karşı çıkarılmaktadır. Yani sanata karşı tam bir cephe alma vardır. Bunun en temel sebebi elbette siyasetçinin müktesebatının zayıf, hatta yerlerde sürünüyor olması, entelektüel dünyaya hiçbir şekilde giremiyor olmasındandır.
Bir sanat eseri anlaşılamadığı anda hemen aforoz edilip kendi eksikliklerimizi böylece kapatıyoruz, anlayamadığımız her şeye karşı bu hazır refleksimiz millet olarak yalnızca siyasilerimize mahsus değil yazık ki. Sıradan insanımız, siyasilerimiz, ögretmenlerimiz bürokratlarımız, bunların doğal sonucu olarak yetiştirdiğimiz gençlerimiz, aynı cahil kalabalığın içindeyiz. Hatta daha da hüzünlüsü, en hüzünlüsü, sanatçılarımız ve aydınlarımızın aynı manzarayı veriyor olması.
Oysa ne kadar insanız diye sorulacak olsa, cevabımız şu olmalıdır; sanata yakın durduğumuz kadar insanız, sanata tolerans gösterip, hayatımızda yer açıp, onu baş tacı ettiğimiz kadar insanız, sanatla merhamet, adalet, güzel, insancıllık kavramları kemale ulaşabilir, Eski Yunan’dan beri tiyatro sanatı, siyasetten erotizme kadar tüm insanlık mirasını genlerinde var edip taşıyıp geliştirmiş, sanatın yarattığı katharsis( arınma) durumunu başka hiçbir insan faaliyeti gerçekleştirememiştir.
Sanat süreci içinde insan arınır, salt insana, kendi içindeki cevhere ulaşır. Tüm bunlar, sanatın insan mefhumunu bir biyolojik tür olmaktan çıkarıp bir entelektüel cevher haline getirdiğinin göstergeleridir.
Peki bu sıradan halkın, insan türünün içinde, sanatçı ne kadar sanatçıdır, sanat eserini boyuyor, besteliyor, çalıyor, oynuyor olmak bizleri sanatçı yapmak için yeterli midir? Cevabımız evet ise eğer, Bedri Rahmi’nin bahsettiği, bozkırlara renkleriyle hayat ve cıvıltı katan at arabası süsleyicilerini gerçek sanatçı kategorisinde görmeliyiz, ya da kilim dokuyan kızı, nakış işleyen nineyi…… Elbette bunları da sanat tarihi kendi içinde bir yerlere sığdırır ama bahsettiğimiz modern zamanların entelektüel, gerçek, aşkın, ve toplumun en üst katmanında yer alan sanat ise, burada biraz durmak ve düşünmek gerekir.
Burada düşünmesi gerekenler bizler yani sanatçılarız. Sadece tuval boyamanın, mermer yontmanın, şarkı söylemenin yetmediğini, kendimizi gerçek entelektüel, yüce sanat duygusuyla bezeli bir sanatçı haline getiremezsek, bakır işlemecilerinden farkımız yok demektir. Zanaatçıyız demektir. Türk sanatçılarının en büyük hastalıklarından birisidir, okumayız, yazmayız, hatta resim bile yapmayan ressamlarımız vardır. Kendi alanı dışında, entelijansiyeyle hiçbir davası olmayan, kendi sanat mirasını, yazın, şiir, destan, plastik mirasını, dünyanın felsefe ve akıl mirasını bilmeden, okumadan, gezmeden, düşünmeden sanatçıyım demek bizim amansız hastalıklarımızdandır.
Ne kadar sanatçıyız dersek, okuduğumuz kadar, beynimizi kullandığımız kadar, dünyayı tarihi, aktüeli, geçmişi, ve geleceği öngörebildiğimiz kadar, küçük insan oyunlarından uzak kalabildiğimiz kadar, kendi alanımızın dışını da bildiğimiz kadar, başka sanatçıları ve sanatları da görebildiğimiz kadar sanatçıyız. Dünyayı değiştirmek ve yeniden yaratmak siyasetçilerin değil, bizim işimizdir. Başka ülkelerde bunların örnekleri vardır.
Sanat kendi içine doğru genişleyen bir dünyadır, bir big bang gibi, gücünü salt kendi varlığından alır, o kadar geniş ve görkemlidir ki gerçek sanat yapan herkese yetecek kadar yeri vardır. Ne kıskanmaya ne birilerini bu dünyadan atmaya uğraşmamalıdır. Sanat katıldıkça genişleyen ve okudukça güzelleşen bir cennettir.
Ayla AKSOYOĞLU
23 Aralık 2013
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.