Öpülesi ellerinizden öpüyorum…
Dün Öğretmenler Günü'nü kutladık.
Covidli günlerde kutlamalar da, dersler gibi sanal oldu... İnternet üzerinden mesajlarla veya telefon açarak kutladık öğretmenlerimizin günlerini.
Eğer Covidli günlerde yaşamasaydık;
Törenlerde, öğretmenliğin ne kadar zor, çileli ve önemli bir görev olduğundan bahsedecektik. Atatürk Başöğretmenimizdi diyecektik... Kutsal kitabımızın “oku” emriyle başladığını söyleyip, bizi okutan öğretmenlerin ne kadar kutsal görev yaptığı üzerine nutuklar atacaktık…
Çocuklara şarkılar söyletecektik... Öğretmenim canım benim, canım benim/ Seni ben çok, pek çok severim/ Sen bir ana/ Sen bir baba diye başlayan çocuk şarkısını... Veya Ali Rıza Binboğa’nın unutulmaz şarkısı; Öğretmen kutsaldır ana gibi / Öğretmen kutsaldır baba gibi / Öpülesi elleri var / Şirin tatlı dilleri var…
Çocuklarımız, Öğretmenine alacağı hediyenin telaşına düşecekti... Onların heyecanı bizi de saracak, hediyeler alacaktık…
Büyük kentlerde, üst ve orta gelir grubundaki insanların yaşadığı mahallelerindeki okulların öğretmen odaları çiçek bahçesine dönecekti…
Kırsal kesimde öğretmenlik yapanlar ise bir kır çiçeği alırsa mutlu olacaktı...
Öğrencileri öpmek için ellerine sarıldıklarında gözyaşlarını tutamayacaktı öğretmenlerimiz... Çalışanıyla, emeklisiyle...
Öğretmenlerimiz 24 Kasım’da gerçekten mutlu olacaktı...
Ama 25 Kasım sabahı uyandıklarında, o rüya bitecek... Türkiye’nin, eğitimin, öğretmenin sorunlarıyla yüzleşeceklerdi yeniden...
Okulsuz köyler... Öğretmensiz okullar... Taşımalı eğitimin ve servislerin yorgunu öğrenciler... Her yıl alınmayacağı ilan edilmesine rağmen kimsenin ödememeyi başaramadığı “kayıt parası”... Türkçe konuşamayan ilköğretim, doğru dürüst okuyup yazamayan lise mezunları... Çocukları iyi okullara kaydettirebilmek, iyi öğretmenlerin sınıflarına aldırabilmek için aracı kılınan hatırlı dostlar… Sık sık değişen müfredat… Maaşı aldıktan bir gün sonra cebinde beş kuruş kalmayan öğretmenler... Okuldan daha çok zaman geçirilen dershaneler... 70-80 kişilik derslikler... Pazarlarda limon satan, taksilerde şoförlük yapan öğretmenler... Parasız yatılı uygulaması kaldırıldığı için cemaat-tarikat yurtlarına mahkûm edilen köy çocukları. ..Defalarca söz verilmesine rağmen bir türlü gerçekleşmeyen 3600 ek gösterge... “Bana üye olmazsan unvan alamazsın” diyen sendikaların baskısı... Uzaktan eğitimin problemleri... Kitap ve süreli yayın alamadıkları için mezun olduktan sonra branşlarında meydana gelen değişimi takip edemeyen öğretmenler... Okutulmayan kız çocukları... Denetimsiz okul kantinleri... Uyuşturucu kullanılan ilköğretim okulları… ÖSS sınavında bir soru bile bilemeyen lise mezunları... Üniversiteye giremeyen lise birincileri... Birleştirilmiş sınıflar komedisi... AB’nin, OECD ülkelerinin, hatta pek çok Afrika ülkesinin gerisinde kalan gazete ve kitap satışları... Herkesin şikayet ettiği ezberci eğitim anlayışı… Yabancı dilde eğitim rezaleti… Yeterli eğitim formasyonuna sahip olmayan öğretmenler... Laboratuvarı, spor salonu, müzik odası bulunmaya okullar... Yok olan “tevhid-i tedrisat”... İmam Hatip okullarına girmeye zorlanan öğrenciler... Atanamayan öğretmenler... Sayıları gün geçtikçe artan ücretli öğretmenler... Özel okullarda iş güvencesi olmayan, düşük ücretle istihdam edilen öğretmenler...
Bu kadar sorunu niye biriktirdik? Niye çözemedik?
Yüzlerce neden sıralayabiliriz… Yeterli bütçe ayırmadığımızdan, Milli Eğitimi yönetenlerin çapsızlığından, eğitimli kitlelerin artmasını kendileri için bir tehlike olarak gören siyasilerden, ideolojik ayrışmalardan, “düşünen-sorgulayan” değil, “benim gibi inanan” nesil istememizden, “ezberci eğitim” geleneğini “bilimsel eğitim” anlayışına dönüştürememizden, kalıcı bir “Milli” Eğitim Politikası belirlemememizden dem vurabiliriz... Ki hepsi de doğrudur…
Bu temel hataların sonucu, maalesef öğretmenlerimizin kalitesinde önemli bir gerileme oldu...
Köy Enstitüleri, öğretmen okulları, yüksek öğretmen okulları, kısacası öğretmeni öğretmen olarak yetiştirmek amacıyla kurulan tüm eğitim müesseseleri kapandı... 1970’lerden sonra yerlerine yenilerini de kuramadık…
1970’li yıllarda karpuzun bile yetişmeyeceği süre içerisinde 3-4 ayda insanların eline öğretmen diploması verildi…
Son yıllarda da laboratuvarı olmayan üniversitelerden mezun, fizik ve kimya öğretmenlerinin, laboratuvarı olmayan liselerde, Türkiye’ye çağ atlatacak bilim adamı adayları yetiştirmelerini bekliyoruz…
Hepsinden önemlisi öğretmenler maişet kaygısına düştüler, kendilerini yenileyemediler... Öğretmenlerimizin çoğu, mezun olduktan sonra ellerine branşları ile ilgili bir kitap almadılar-alamadılar...
“Öğretmenler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” anlayışından, “Öğretmen maaşı yük” düzeysizliğine geriledik.
1940’ların 1950’lerin Lise hocalarına bir göz atalım… Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Behçet Necatigil, Arif Nihat Asya, Orhan Şaik Gökyay, Nihal Atsız, Ahmet Kutsi Tecer, Sabahattin Eyüboğlu edebiyat derslerine; Nurettin Topçu, Hasan Ali Yücel, Hilmi Ziya Ülken, Cemil Sena Ongun, Cahit Tanyol felsefe derslerine, Cemil Meriç, Ercümend Ekrem Talu, Adile Ayda, Vedat Günyol Fransızca derslerine, Malik Aksel, Ahmet Hamdi Tanpınar, Remzi Oğuz Arık, Refik Ekipman, sanat tarihi derslerine, Adnan Turani, Güzin Duran, Avni Lifij, Şeref Bigalı, Şeref Akdik, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nuri İyem resim derslerine giriyordu…
Şimdi bu çapta öğretmenler tahayyül edebiliyor musunuz?
Özetle öğretmenlerimizin düzeyi de, toplumun öğretmene bakışı da sürekli irtifa kaybetti…
Belki her meslek için geçerliydi bu gerileme…
Ama Özdemir Asaf’ın dediği gibi “Bütün renkler aynı hızla kirlendi. Birinciliği beyaza verdiler”
Her şeye rağmen, bu kadar kirlenmenin arasında bembeyaz kalmaya çalışan ülkemin fedakâr öğretmenlerinin öğretmenler gününü kutluyor, yaşları benden küçük de olsalar, öpülesi ellerinden hem saygıyla, hem de öğretmen olan rahmetli annemin kokusunu bulabilmek umuduyla öpüyorum…
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.