Oyunun hakimleri ve hakemleri...
Gerçeklerden uzaklaşmak ve kolaya kaçmak için, bütün işler tersine gitse bile, "sıkma canını" veya "umutlarını kaybetme" gibi, klişe ve slogan cümlelerle birbirimize destek verdiğimizi zannedip, ağırlamalarımızı davranış haline getirmişiz. Bir çoğumuz ve ben, bu duruma gülmüyorum ve anlam da veremiyorum...
"Orada bir köy var bizim köyümüz, gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüz." ve "Görünen köy, kılavuz istemez." gibi, mantalite tutulması ve gelenekçi atan sözlerinin ürünü olduğumuz İçin: "Ne bekliyordunuz? Fareden dağ ve eşekten at doğurmasını mı?"
Günümüze, mantalitemize ve kişiliklere uygun gerçek sözlerden uzaklaşıp, yüzleşmekten korktuğumuz İçin; kılavuzsuz o köy bizim olamadı, sahipsiz büyüyenleri de, eşeğin doğurduğu katırlar tepti...
Birilerinden medet bekleyeceğimize, varolan kişiliklerimizle Atatürk’ü biraz daha okuyarak ve anlayarak, birbirimizi dinleyip yolumuza devam edebilirsek, kandilleri kendimiz yakarız. Onlarca saçma ve cahil ata sözü okuyacağımıza, atan sözlere uyacağımıza, "Özgürlük ve bağımsızlık, benim gerçek karakterimdir." diyen, gerçek ATA Mustafa Kemal Atatürk’ün kişiliğine uygun davranırsak, Avrupa’ya sallarla girer, dünyaya şapka giydiririz.
Özellikle gençler, oturdukları yerden; Slogan, Tweet, sosyal medya ve videolara harcadıkları zamanları, toplum iletişimi ve mühendisliğine ayırmış olsalar, gökler bile uzak kalmaz.
Son 50 yılımıza baktığımız zaman, bu ülkede siyaset yapanların çoğunluğu, 70'li yılların az da olsa demokratik yapısından, 12 (on iki) Eylül’ün 80'li yıllarındaki düşünen bireyleri yargılayanlarla baskılar işbirliği yapanlar ve arkadaşlarının işkenceleri fırsata çevirerek kendisini cuntaya şirin gösteren kimlerin dirsek temaslarla siyasi organları oluşturduklarını, ülke insanımızın genleriyle oynayabildiklerini ve hatta kendi çocuklarına yapılan haksızlıkları alkışlayan bir topluma dönüştürebildiklerine şahit olmuştuk ve onları tanıyoruz.
Okuyoruz, görebiliyoruz, inceleyebiliyoruz, araştırabiliyoruz, eleştirebiliyoruz, sorgulayabiliyoruz, düşünebiliyoruz, hayal kurabiliyor, yakılan ve yeşerebilecek umutların neler olduğunu fark edebiliyor, en önemlisi tarafsız, mantıklı ve gerçekçi analizler yapabiliyoruz.
Anlayacağımız, ülkemizde her türlü siyasi düşünceye sahip; aydınlar, cesurlar, bilgililer, liderler, aktivistler, yazarlar, şairler, gazeteciler, sosyal sorumluluklarının ve memleket meselelerinin farkında olan bağımsız entelektüeller yok olmadıkları gibi, az da değillerdir. Ancak, olanları engelleyenler de, onların binlerce katıdır.
Dünyadaki tüm uluslarda olduğu gibi, bizim toplumumuzdaki sosyolojik yapı homojendir ve kozmopolittir. Acı olan, coğrafyamızın ihmal edilmesi, ekonomik ve eğitimden yoksun bırakılması sonucunda; korkak, kara ve tehlikeli olan yarı cahillerimiz ile çok bilen hiç bilmeyen okumuş cahillerimiz ve güce itaat eden bireysel menfaatçi, düzenbaz sayımız korkunç çoktur.
Peki biz veya sizler, birbirimizin yaşam şartlarını ve standartlarını biliyor muyuz? Bilmiyoruz. Çünkü bir çoğumuz yokluk ve baskılar altında, bir çoğumuz; çevrede, sokakta, toplumda, okulda ve ailede sevilmeden, başımız okşanmadan büyümüş olduğumuz gibi, çoğumuz varlıklı olmasak da sevgiyle ve bir çoğumuz ise bolluk içinde şımartılarak ve kontrolsüz büyütülmüşüz. İşte o insanların bir çoğu, şimdilerde “ben liderim” diye yola çıkmış, taraftarı olmayan, mağlup ve galip gelen futbol takımları gibi seyirci toplayarak, bırakın siyaseti sulandırmayı; ırk, din, mezhep, cinsiyet, kin, nefret ve pazarlıklar üzerine, güçlerini etiket olarak kullanmaktadırlar.
Sevgisizlik ve şiddet ortamlarında, ezik ve yokluklarla büyüyenler ile aşırılıklarla şımartılarak sorumsuzca büyütülenlerin siyasi manevralarındaki pazarlıklarından; her kesimin kendisine ve siyasi düşüncesine göre, bir sonuç beklemesi ne kadar ütopik.
Düz yolda yürüyemeyenlere, "Çamurlu tarlada, halay çekin ve oynayın" diyoruz. Oynayamayıp, oyun bozanlara da kızıyor ve küsüyoruz. Kendisinin bile, hiç bir vizyonu ile kimliği olmadığını bilenlere, öylesine yüksek misyonlar ve kişilikler yüklüyoruz Kİ, onlar bile buna şaşırıyor ve kendilerini kurtarıcı postuna bürüyerek, sürüyü kurttan koruyacaklarına inanmaya başlıyorlar. Siyasi partilerin vizyonları, misyonları, kimlikleri, parti felsefeleri, planları ve kağıt üzerinde; yerel, ulusal ve uluslararası programları, elbette vardır.
Önemli olan, sahadaki uygulayıcılarıdır. Yani; liyakatli, mütevazi ve hoş görülü ekiplerin, Türkiye ve dünya arenasındaki yollarının uzunluğundan, engebelerinden ve tarlalarının çamurlarından korkmadan, yürüyebilmeleri, oynayabilmeleri ve hatta koşabilmeleridir. Yolculuğa başlayanlar; yol arkadaşlarını, yollardaki tehlikeleri, güçlü ve zayıf yönlerini bilmek zorunda olmalıdırlar ki, hedefe ulaşabilsinler.
"Yürümeden yürüyemezsin, tanımadan tanıyamazsın, kendine güvenmeden kendine güvenemezsin, oynayamazsan oynayamazsın, bilmiyorsan bilemezsin ve başkalarına güvenerek hayal kırıklıklarına uğradığında, hiçbir hedefine ulaşamazsın!.."
"Oyunun kuralları, oyun başlamadan bırakılır. Oyun başladıktan sonra, yeni kurallar bırakılmaz." diyorsanız, "kara cahilin değil, yarı cahilin ekmeğine yağ sürüyorsunuz" demektir. Stadta, spor salonunda, havuzda, tarlada, çamur ve doğal sahalarda değil, 8 milyar oyuncusu olan, kocaman dünya emperyalistlerinin sahalarında oynanan oyunlara hakim olanlar ve hakemler; canları istedikleri zaman ve istedikleri kuralları bırakır ve oyuncuları değiştirebilirler...
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.