Partiler, amaç değil araç mı?
Son zamanlarda sosyal medyada izlediğim pazardaki kadın, çarşıdaki adam, sokaktaki teyze,dükkanını kapatmak zorunda kalan esnaf röportajlarına baktığımda bu kanaate vardım.
Halk başka bir dil kullanıyor.
Bunu da yaparken hiç bir parti Başkanının söylemlerinden yola çıkarak araklanmış, kopyalanmış cümleler kurmuyor.
Mutfağındaki yangına, geçinemeyişine, maaşının yetmeyişine, hayatını idame ettirmekte zorlanışına bakarak ortak bir söylem geliştiriyor.
Üstelik bu kadar yandaş medya varken ve herşeyi farklı gösterirken.
Yani sayın Bakan'ın gayri safi milli hasılasına, kişi başına düşen (düşmeyen) gelirine de bakmıyor.
İkinci yarıda ekonominin şaha kalkacağına da inanmıyor, prim vermiyor cebindeki paraya bakınca.
Daral geldi kendisine yansımayan milli gelir hesaplarından.
Haksızlığı, hukuksuzluğu, bu gidişatın hayra olmadığını, kötüye gittiğini iyi görüyor ve gözlemliyor.
Başörtülü ninem de, başı açık genç kız da, henüz rüştünü ispat etmemiş, bıyığı terlememiş genç delikanlılar da.
Gidişata, parti liderlerinin konuşmalarına bakıyor, kafalarına yatmayınca kendi söylemlerini siyasî dilden uzak geliştiriyorlar.
Mesela çıkıp "Herşey çok güzel olacak" diyor bir genç delikanlı, halkın diline pelesenk oluyor.
Partilere slogan bulma derdi de kalmıyor.
Herşey nasıl güzel olacak, onu da muhalefet yanıtlamalı.
Bu genç kardeşimin herşeyin güzel olacağına olan inancını hep birlikte, el birliği, iş birliğiyle gerçekleştirmek muhalefete kalıyor.
Siyaset halka rağmen yapılmaz.
Halk için yapılır.
Herşeyin çok güzel olması için fedakârlık şart.
Geleceğimiz olan gençler için.
Halkın 'bizi temsil edin' diyerek oy verip, karşılığında güzel günler istemesi kadar doğal ne olabilir ki?
Nedir karşılığı?
Herşeyin çok güzel olması.
Siyasetin ayrıştıran kirli dilinden bıktı.
Yaşam koşullarımız değişmiyorsa, yiğit soğana muhtaç oluyorsa, bir tarafta bir avuç mutlu azınlık güllük gülistanlık yaşıyorsa, orada haksızlık ve haksız kazanç vardır.
Halk bunu çok net görüyor.
Yönetenlerin iftar sofralarının şatafatını da görüyor, kendi sofralarındaki yokluğu da, yoksulluğu da, açlığı da görüyor.
Aradaki uçurum giderek daha fazla derinleşiyor.
Bu da vatandaşın söylemlerini siyasi üsluptan çok doğallığa bırakıyor.
Ne yaşadığını söylüyor, hangi yaşama alıştırılmak istendiğini, yoksulluğun insanın kaderi olmadığını, fıtratı olmadığını, buna rıza göstermeyeceklerini dillendiriyorlar bir güzel.
Bu yüzden sokak röportajlarını kaçırmıyorum.
Tartışma programlarında hâlâ YSK nın hukuksuz kararları tartışıla dursun sonuç bir şekilde değişmiyor,
emir büyük yerden olunca.
Değişen ne?
O sessiz sessiz duran, hatta koyun muamelesi gören, ancak gereğinde gerektiği gibi konuşan halk kitleleri.
Adam 'ilkokul mezunuyum' diyor hayatı ve ekonomiyi öyle güzel özetliyor ki sanırsınız kırk yıllık siyasetçi.
Pazardaki başörtülü teyzeme ne demeli?
"Sanıyorlar ki herkes tatile gidecekte bunlar kazanacak"
"Gitmiyoruz işte Ekrem İmamoğlu kazanacak" diyor iki elini güçlü bir şekilde birbirine çarpıp, yürüyüp gidiyor sözü bitince.
Bu teyze CHP'li mi?
Sanmam!
İç sesiyle haklının, doğrunun, mağdur olarak gördüğü insanın yanında yer alıyor.
Yapılan haksızlığa böyle tepki veriyor.
Daha önce AKP'ye oy veren esnaf "Elim kırılaydı da vermeseydim. Bu zamana kadar başka partiye oy vermedim ama şimdi haksızlığı görüyorum, bunlar kibire girdi, halktan uzaklaştı bir ders vermek gerek" diyor.
Hiç bir tartışma programında bu kadar cesur, bu kadar doğal konuşmacılar bulamazsınız.
Bu hayat şartlarında filozof gibi oldular her biri.
Halk korkusuzca dillendiriyor bu cümleleri nasıl kuruyorlar şaşırıp kalıyor insan.
Dip dalgada bir şeyler oluyor.
Siyaset üstü bir şeyler diyorum.
Bi şeyler oldu da farkedemedik gibi değil.
Evet bir şeyler oldu.
Halk çok daha bilinçli.
Yani şunu diyorum.
Halkın gerisinden gelmeyin, bakın halk koşuyor korkularını attılar bir kenara.
Artık partiler amaç olmaktan çıkıyor bu durumda, araç oluyor.
Halk kıble gibi yönününü partilere çevirmiyor.
İlk başta söylemleri mutfaktaki yangın olsa da, aslında kendilerinin alışamadığı ve dayatılan bu düzeni sorguluyor.
Bedenlerine dar gelen bu giysiyi değiştirmek istiyor.
'Değişim' diyor.
'ATATÜRK'ün yolundan gidin' diyor.
'Cumhuriyet' diyor.
'Tek adamlığa alışamadım, bunaldim, nerede benim iradem' diyor.
Ve ben de diyorum ki; "Demokrasinin olmadığı ülkelerde partiler ne işe yarar?"
Meclise baktığımızda görülüyor.
Tüm önergeler red, red, red.
Halkın inkişafı şart.
Halkın gerisinde kalmayalım.
Şimdi 'bize ne getirir, ne götürür' zamanı değil.
Köprünün üstündeki keçi inadı gibi değil.
Köprüyü insanca bir yaşam için, her türlü farklılığa rağmen birlikte geçmek.
Dua edelim de o köprü inatlaşarak yıkılmasın.
Önce demokrasi ve hukuk devleti.
Sonra?
İşte burası çok önemli.
Sonrası halkın nabzını iyi tutarsanız size kalmış...
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.