SANATTA ALAYLI OLMAK VEYA MEKTEPLİ OLMAK…
Kanada'da yaşayan dünyaca ünlü gelincikler ressamı Hikmet Çetinkaya kendisine pek çok kereler sorulan bir soruya açıklık getiriyor ve mektepliye göre, sanatçının alaylı olanını savunuyor... Bakın hangi gerekçelerle...Hülya SEZGİN
SANATTA ALAYLI OLMAK VEYA MEKTEPLİ OLMAK…
Bu soru çoğu zaman her ortamda bana sorulur. Kafasındaki cevabı duyarsa hafif bir gülümseme, duymak istediği cevabı alamazsa somurtarak yanımdan ayrılıyor soran kişi. Oysa bu sorunun tek doğrusu vardır…
Sanatın okulu olur, sanatçının okulu olmaz… Sanatçının okulu, çevresidir, yaşanmışlıklarıdır, olaylara karşı duyarlılığıdır, durduğu yerdeki durma şeklidir. Mektep ise bunlara bilimsellik, kendini ifade ederken süslü cümleler katar.
Öyle mektepliler vardır ki bu sanat camiasında, konuşurken sözlerinin aralarına sokuşturduğu yabancı kelimelerden oluşmuş Türkçe cümlelerle anlatırda anlatır kendini. Anla anlayabilirsen Yanında sözlükle dolaşman lazım.
Sanatçının, sözlerinin kifayetsiz kaldığı anda devreye eseri girer, yapıtı konuşur. Bazen derim ki sen sus artık; yüreğini içine koyup akıttığın boyaların, tuvallerin konuşsun. Çığlıkların, sessiz yalnızlıkların, içinde beslediğin, büyüttüğün ama bir türlü kendisine şans vermediğin “sen” konuşsun… Doğal katıksız saf ve temiz...
Bunun için mektepli olmaya gerek yok…. Ahlaklı dürüst insan olmak gerek. Yorum yapabilen, düşünen kendisine saygısı olan sorumlu birey olmak yeterlidir.
Bunun okulu da, usta bir sanatçının atölyesidir, palete boya sıkan, tuvale fırça sallayan parmakları izlemelisin, yürekteki acıyı görmeye çalışmalısın. Bu usta çırak ilişkisine bağlı bir eğitimdir. Bu okulun adı hayat okuludur. Ayrıca sanatçı olunmaz, sanatçı doğulur. Ne yazık ki çevremizde sanatçı ruhuna sahip olmayan, ama sanatçı olan bir sürü insan var maalesef. Elbette ki eğitim şarttır, kişinin kendisini geliştirmesi, yenilemesi, yeniliklere açık olması gerekir. Bunu yapmak için mutlaka bir okula gitmesi gerekmiyor. Etrafını gözleyerek, izleyerek, iyi olanı kendine rehber edinerek de, ruhunu, beynini eğitebilir. Gelişebilir.
Mektepliye göre, sanatçının alaylı olanını savunuyorum. Yeniliklere açık, paletine, fırçasına saygısı olan, etik kurallar çerçevesinde sanat yaşamını sürdüren, adına alaylı dediğimiz, bana göre aslında gerçek sanatçı insanlar…
Bu yazıma paralel olarak bir traji-komik olayıda sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bazı sanatçı büyüklerimiz, bunun okulunu okuyup, üniversitelerde araştırma görevlisi olarak kalıp, daha sonra omuzu yıldız dolu paşalarımız gibi, doçent, profesör ünvanları alırlar ve mutlaka, ama mutlaka sergi etkinliklerinde bu ünvanlarını kullanırlar. Porf. Dr. Falancanın resim sergisi gibi...
Bu bir şarlatanlıktır, Dünyanın hiç bir yerinde böyle bir durum göremezsiniz...
Hiç duyan veya bir yerde okuyan var mı? Profesör Picasso... Profesör Mimar Sinan.. Profesör İbrahim Çallı... Profesör Nuri İyem... Veya Profesör Yunus Emre, Profesör Mevlana...
Kulağa bile hoş gelmiyor değil mi? Peki bu ünvanlar nedir, nerelerde kullanılır?
Eğitim Fakültelerinde, Üniversitelerde bu ünvan şarttır. Yani dersi kim verecek, konuşmayı yapan kim gibilerinden...
Sanat eserlerinin, ürünlerin sergilenmesinde sanatçının kendisi bile konuşmaz. Artık söz sırası, konuşma eserindir. Eser konuşacak. Renk, leke, kompozisyon, plan, armoni konuşacak...
İnsanın ünvanı, makamı resim yapmaz, resim yapan yürektir, yaşanmışlıklardır, hissetiğin acılardır...
Paletinizdeki dostluğu, sevgiyi, paylaşımı simgeleyen renkler solmasın, fırçanız kurumasın…
Sevgilerimle....
Hikmet ÇETİNKAYA
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.