ŞAPKAYI ÖNÜNE KOYUP DÜŞÜNMEK...
Türkiye’miz büyük bir devlet... Türkiye’yi “Büyük devlet” diye nitelemek de yanlış değil. Ancak burada kullandığımız “Büyük” sözcüğünün içeriğine bakmak gerekiyor. Devletimizin büyüklüğü zenginlik açısından değil. Kimi artı değerler açısından da değil.
Teknolojide, sanatta, edebiyatta, kültürde, hukukta sürünüyoruz.
Günümüzde devletler için kulanılan “Büyük devlet” söyleminin anlamı eskisine göre kılık değiştirmiş bulunuyor. Otuz kırk yıl öncesinde “Şu kadar bin askerimiz var” diyerek övünürdük. Bu kapı gerilerde kaldı. Büyük devlet olma konusunda Birleşik Amerika bile olsanız bir avuç ortadoğulu gencin yarattığı 11 Eylül vurgunundan yakanızı kurtaramıyacak duruma düşebiliyorsunuz. Bu gerçek kulak ardı edilemez.
O halde ne yapmalıyız?
Çok kolay. Ayağımızı yorganımıza göre uzatacağız.
Dünya öyle bir duruma geldi ki, oğulun babaya güveni kalmadı. Baba oğluna karşılıksız beş kuruş borç vermiyor. Ve her gün göz önünde açık açık yaşanıyor. “Biz ayrılamayız” şarkısını yıllarca dilinden düşürmeyen kişilik sahibi ve aklı başında gerçek kişiler bu ahitlerini tutamaz duruma düşebiliyorlar.
Devlet olarak bu rüzgârdan uzak kalabilmemiz mümkün mü? Yıllardır Amerika Birleşik Devletlerinin kucağında olmayı övünç vesilesi olarak kullandık. Ama ortaya çıktı ki, dost ve müttefik saydığımız bu devlet bizim has yüzümüze hayra değilmiş.
Bu gün öyle bir eşiğe geldik ki, hiç bir devlet devletimize karşılıksız beş kuruş borç vermiyor. Ve yine son örneğimiz... Ortada akla uygun hiç bir anlaşmazlık yokken “Esat ile Erdoğan” kenetlenmişliği kısa zamada tuzla buz oldu. Kimse bu ters düşüşe neden bulamadı. Üstelik, bu kopuşun sonunda geldiğmiz nokta hiç de iç açıcı değil.
“Mademki birlikteliği bırakıyoruz. Akıl çizgisinin dışına düşmeyelim” gerçeğini de seçme olgunluğunu gösteremediler. Milyonlarca insanın perişan olmasına seyirci kaldılar. Türkiye’nin hemen bütün kentlerinde sıkıntı içinde hayata tutunmaya çalışan Suriyelilerin durumu görenlerin içini acıtıyor.
Oysa kendi yağımızla kavrulmaya özen gösterebilseydik, ayağımızı yorganımıza göre uzatma yolundan sapmasaydık, ne bankacılığımızı ve sigortacılığımızı el aleme kaptırmış olurduk, ne de onca malımızı mülkümüzü yitirirdik.
Dimyat’a pirince gderken evdeki bulgurdan olduk.
Peki, Anadolu’da yaşayan benim insanım 16 Nisan 2017 ye hangi gözle bakıyor?
Ben bir iddiada bulunacağım. Gerçekle yakınlığını test edemedim ama bana öyle geliyor. Geniş bir meydanda yüzbinler toplanmış. Bir hatip konuşuyor. Böyle bir durumu ben kırk yılda yüzlerce kez yaşadım.
Ve tesbit ettim ki, insanlar konuşan kişinin ses tonuna göre dinliyorlar. Bir iki cümlede bir ses tonunun yükselmesi üzerine akışlıyorlar. Söylenenleri anlamadan alkışlıyorlar. Neye evet ya da hayır diyeceğini anlamadan alkışlıyorlar.
Ancak elbette heres değil. Anadolu’da öyle çarıklı erkân- ı harpler var ki, onlar leb demeden leblebiyi anlıyorlar. Ve Türkiyenin içine düşürüldüğü girdaptan kurtulabilmesi için çalışanların büyük umudu da bu zaten... Biricik umudu bu.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.