Şehit çoban
-“Haydi Adem hazırlan Geyve Akıncılar köyüne gidiyoruz. Montunu ve başlığını da yanına al” dedi liseden arkadaşım ve yeni komşum Mehmet Bacak bey.
“Niye?” diye sormadım. Güvendiğim arkadaşlarıma “Neden, niçin, ne yapmaya”? gibi sorular sormam. Aslında “güvendiğim arkadaş” ifadesindeki “güvendiğim” kelimesi fazla. Arkadaşın güvenilir olanı, olmayanı olmaz. Neyse “arkadaşlık felsefesi” yapmayı bırakıp konuya gireyim. Hazırlandım ve evimden indim.
“-Selamunaleyküm,”
-Aleykümselam”dan sonra;
“-Fazlı aradı. Akıncı köyünde pilav varmış” dedi Mehmet Bey.
Çıktık yola. Bir bahar günü güneş görüneyim mi saklanayım mı? diye tereddüt ediyordu. Geyve Boğazı’nda Sakarya Nehrini solumuza alarak ilerliyoruz. Sağımızdan solumuzdan fosforlu yelekleri, koruma başlıkları üzerlerinde motosikletli gurup geçiyor. Akıncılar köyü sapağına geldiğimizde motosikletli gurup toplanıyordu. Artık Sakarya nehrini takibi bıraktık. Nehri arkamıza alarak Samanlı dağlarının batısına doğru tırmanmaya başladık.
Aracımız 4 tekerli idi ama 4 çeker değildi motoru da 1200 cc idi. “Ha çıktı ha kaldı” derken bu sefer Beşiktaş deresini sağımıza alarak çam, meşe, gürgen, ıhlamur ağaçlarının ormanlaştığı göğe doğru ilerliyoruz.
Yol kenarında bahçelerde bir şeyler ekme telaşında olan çalışanlar. “Çalışanlar” diyorum. Çarşıda herhangi bir işte çalışanlar, sadece bahçede çalışanlar değil. “Ya hoca şunlara emekli olmamışlar desene” diyebilirsiniz.
Bu pazar emekliler halen kahvaltı yapıyor olmalılardı çünkü onların aceleleri yoktu. Pazartesileri vardı, salıları sallanmamış, çarşambalarını sel almamıştı.
Biz tırmanmaya devam ediyoruz. Beşiktaş deresinin sağında dağın tepesine doğru sarı bir şerit dağın zirvesine doğru 45 derece açı ile tırmanıyordu. Dikkatli baktığımızda bunun bir orman yolu olduğunu üzerinde seyreden otomobil, traktör, bisiklet ve motosikletlerden anladık. Anladık anlamasına da acaba bizim gideceğimiz yol da burası mı diye kara kara düşünmeye başladık. Önümüze çıkan ilk kavşağın sağına bizi korkutan sarı şeride doğru köy tabelası bizi yönlendirdi. Etraftaki güzelliklere bakamıyordum gözüm hep o sarı şeride takılıyordu. Derler ya "korktuğun yaklaştıkça büyürmüş" Yine bir yol kavşağı bu sefer ikiye ayrılan yolun biri asfalt değildi. Gönlüm bu sefer sağdan yana olmadı. Sol tarafa köye doğru tırmanan asfalt yoldaydı gönlüm ama kafile sağa doğru gidiyordu.
Hep sağa formülünü bozamadım. Neyse yol öyle pek karşıdan görüldüğü gibi korkunç değildi. En azından genişti ve karşıdan araç gelmezse sıkıntısız tırmanılacak gibiydi. Yolun bazı kısımlarında taşlar kimi yerlerinde nem vardı. Ama geneli temiz çiğnenmiş topraktı. Solumuz tırmanmakta bulunduğumuz dağın yamacı. Bodur ağaçlar; birkaç yıl önce kesilmiş köklerinden hayata merhaba demeye çalışan filizler. Bu bahar havasında birkaç günlük güneşe güvenerek başını topraktan çıkarmış otlar ve belli belirsiz çiçekleri. Kendilerini göremesek de kokuları varlıklarını ele veriyordu. Tırmanmayı göze alamayan bazı araçlar yol kenarına bırakılmış. Araçlar mı kalmış şoförlerinin agözü mü korkmuş artık onu tahmin edemiyoruz. Belki de yürümeyi sevdiklerinden araçlarını bırakmış olabilirlerdi. Aracımızı bırakmaya niyetimiz yoktu çünkü ne kadar yolumuzun kaldığını bilmiyorduk. Park eden araçların yoğunluğundan program yerine yaklaştığımızı anladık ve biz de aracımızı yolun sağına yanaştırdık. Araçtan indiğimizde basınç farkından hareketlenen kulaklarımızı sakinleştirdikten sonra hafiften-hafiften su şırıltısını duymaya başladık. Aşağıya sağ ileriye doğru baktığımızda ağaç gövdeleri arasından beyaz köpüklü şelaleyi fark ettik. Artık yolumuza yürüyerek devam etmek zorundaydık demeyeceğim. Bundan sonra yürümek artık bir zevkti. Sağımızda dağın yamacında mor kaldirek çiçekleri ve yine açık mavi bizim “şıvgın” adını verdiğimiz çalı süpürgesi yaptığımız ağaççıklar fark ediliyordu. Solumuzdan bizi takip eden arktan gittikçe büyüyerek akan su küçük derecik halini aldı. Adeta dağ yamacındaki sular birikerek bizimle birlikte Şehit Çoban’ı anmaya gidiyordu.
Etkinlik alanına diyemeyeceğim etkinlik mevkiine geldik. Yolun soluna sıralanmış köy kadınları önlerindeki kazanlardan pilav-ayran servisi yapıyor sol tarafta altında ateş yanan küçüklü büyüklü taşlar arasına sıkıştırılmış güğüm ve çaydanlıklarda ıhlamur kaynıyordu. Kah birileri servis yapıyor kah siz ıhlamur çayınızı alıyorsunuz. Girişte bizi bir köylü kadını karşıladı.
“Doğaya sahip çıkma amaçlı çobanın emeğine sahip çıkma amaçlı işte köyümüze sahip çıkma amaçlı buraya taş ocağı açtırmama amaçlı çoban 200 keçisi ile bu dağlara sahip çıkmış biz bu kadar insan bu doğaya sahip çıkmalıyız,” diyordu.
Yolun ortasında duran bir pat pat remorku platform olarak düzenlenmişti. Program sorumlusu bir arkadaş Kur'an-ı Kerim ardından ilahiler okudu. Programn düzenlenme sebebinden söz ettikten sonra misafirlere mikrofon uzattı.
Geyve boğazı Tabiat Varlıklarını Koruma Derneği ve Akıncılar Köyünün ortaklaşa gerçekleştirdiği etkinlikte ben de tarihçi olarak bir konuşma yaptım:
“Değerli misafirler bu etkinliği düzenleyen doğaya duyarlı arkadaşlarımızı tebrik ediyorum. Arkadaşımız az önce Milli Mücadele özelinde şehit çobandan söz etti. Ben de Milli Mücadele’de Geyve Boğazının genelinden söz edeceğim. Geyve Boğazı Milli Mücadele’nin Çanakkale'sidir. 16 Mart 1920’de İngilizler İstanbul’u işgal ettiklerinde boğazlar bölgesi içinde yer alan İzmit ve Adapazarı'nı işgal ettiler. Amaçları Geyve Boğazını kontrol edip Anadolu’daki Milli Mücadele hareketini boğmaktı. Kuva-yı Milliye Eskişehir’deki İngilizlerle mücadele etti. Onları Bilecik Orhaneli’inden beriye sokmadı. Beri tarafta Doğançay trenyolu köprüsü ile Ali Fuat Paşa köprüsünü tahrip edildi. Kuva-yı Milliye Adapazarı ve İzmit’te İngiliz ve uşakları Yunanlıları Geyve Boğazından içeri sokmadı. Geyve Boğazı Milli Mücadelemizin Çanakkalesidir. Eğer İngiliz Geyve Boğazını ele geçirip Anadolu’ya sevkiyat yapabilseydi Milli Mücadelemiz çok daha sıkıntılı olurdu.
Öte yandan Geyve Boğazı dün 99. Kuruluş yıldönümünü kutladığımız Anadolu Ajansı’nın kuruluş alt yapısının gerçekleştiği yerdir. Halide Edip Hanım Milli Mücadeleye katılmak için Geyve Boğazından Ankara’ya gider. "Türkün Ateşle İmtihan"ı adında hatıralarını yayınladığı kitabında anlatıyor: Akhisar bugünkü Pamukova istasyonunda tren beklerken kaynağından bilgi toplayabilmek, ordumuzu, halkımızı doğru haberle bilgilendirip moralini yüksek tutmak, mücadele azimlerini kırmamak için halkımızın, ordumuzun doğru bilgilendirilmesi gerekir bunun için de bir ajans kurmanın lazım olduğu konusunda konuşurlar. Ankara’ya gittiklerinde Mustafa Kemal Paşa’ya Anadolu Ajansı kurma düşüncelerini ortaya attıklarında Mustafa Kemal Yunus Nadi Bey’e ajans müdürlüğü, Halide Edib hanıma da baş tercümanlık görevini verir.
O günlerde olduğu gibi Geyve Boğazı Türkmenleri burayı korumuşlardır. Bu etkinlik aynı zamanda buranın doğasını, tabii güzelliklerini koruma amacı da gütmektedir. Bu duyarlılığı gösteren etkinlikte emeği geçenlere teşekkür ederim,” dedim.
Yaptığım konuşma bana tarihe meraklı ve duyarlı arkadaşlarla tanışma ve sohbet imkanı verdi.
Hicaz, Filistin cephelerinde ve Milli Mücadele’de savaşmış dedesinin anlattıklarının ses kaydından söz eden bir arkadaşla tanıştım.
Televizyonlara çıkan Tarih bölümünden Prof. Dr. Ebubekir Sofuoğlu hocamız hakkında sohbet ettik. Ebubekir hocanın maalesef “Adapazarı işgal edilmemiştir 21 Haziranlarda nerenin, kimden kurtuluşunu kutluyoruz?” düşüncelerine katılmadığımı ifade ettim; “Bir memleketin tarihinin en canlı belgeleri mezar taşlarıdır. Geçtiğimiz yıllarda Sakarya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde bir öğrencim Osmanlıca dersi ödevi olarak Adapazarı Yorgalar mezarlığındaki Osmanlıca yazılı mezar taşlarını ödev olarak verdi. Bir mezar taşında; “Alçak Yunan’ın güzel Adapazarımızı işgaline dayanamayarak kederinden evlad ve iyaline doyamadan ölen Abasızzade... Efendi’nin ruhuna fatiha” yazıyordu. Mezar taşına yazılmış Adapazarı’nın Yunanlılar tarafından işgal edildiği dedim.
Bulgur pilavımızı yedik, ayranımızı içtik. Ayrıca en önemlisi oranın ıhlamurlarından odun ateşinde demlenen ıhlamur çayımızı da içtikten sonra Adapazarı’na döndük.
Dönüşümüzde Adliye köyünde rotamızı sağa çevirdik. Hep sağa formülünü dönüşümde de bozmadım. Dönüşümüz ayrıca bir yazı olacak maceralarla doluydu. Onları da sizlerle bundan sonraki yazımda paylaşmak üzere hoşça kalın.
Sahi “şehit çoban kimdi?” diye soruyorsunuz. Onu gelecek yıl yapılacak etkinliğe gelin Adapazarı Geyve Akıncılar köylülerinden dinleyin.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.