2022 nasıl bir yıl olacak?

Ercüment TUNÇALP

Her yeni yıldan önce adet olduğu üzere bu yazıları kayda alıyorum. Sonra da tahminlerimin ne kadarının doğru çıktığına bakıp özeleştiri imkanı buluyorum.  

2021’e ait yanıldığım bir konu var ama benden kaynaklanmıyor. Bir önceki Merkez Bankası Başkanı’nın icraatlarından ümitlenerek, dolar kurunda istikrar sağlanacağını ve dolarizasyonun azalma eğilimine gireceğini öngörmüştüm. Hesap etmediğim tarafı 3 ay içinde Başkan’ın görevden alınması olmuştu. Nitekim 20 Mart’ta yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Kararı ile Naci Ağbal görevden alınmış, yerine Şahap Kavcıoğlu getirilmişti.

Yeni Başkanın, öncelikle işe reel faizi eksiye düşüren faiz indirimlerinden  başlaması, döviz kurlarını ve enflasyonu artırıcı etki yaratmıştır. Geçen hafta “Negatif reel faizin sonuçları” başlıklı yazımda bu konuyu ele almıştım.   

Enflasyonla mücadelenin kaybedildiğini bizzat yaşamaktayız. Bizi batı ekonomilerinden ayıran en önemli özelliğimiz; dilek ve temenni kıvamındaki enflasyon hedeflemesidir. Bunun için hiçbir zaman o hedeflere yaklaşılamıyor. Tüketici de bu durumu bildiği için tahminlerin tutmayacağından emin bir şekilde ‘artacak fiyatlar’ı beklemeye başlıyor. Enflasyonu artıran bir etki de budur…

Stoktan kazanmak, alıp satmaktan daha kârlı hale gelmiştir. Tüketiciyi bekleyen esas tehlike budur.  

2022 yılında vatandaşın ve iş adamının faize ezdirilmeyeceği yetkili ağızlarca ifade edilmiştir. Ancak faiz yerine kur ve enflasyon artışının daha da fazla ezici güç yaratacağı şimdiden belli olmuştur. Zira yüksek faiz yatırımın, üretimin ve ticaretin önünde engel olarak görülürken; yüksek döviz kurunun engel teşkil etmeyeceği düşünülemez. Bu konuda da tüketicinin 2022’ye dair görüşlerini önceki hafta  “Tüketici yeni yıla nasıl bakıyor ?” başlıklı yazımda yorumlamıştım.

Gerçekçi bir para politikasına dönülmediği sürece, faiz-kur- enflasyon karmaşası içinde kalmaya devam edeceğiz. Yakın gelecekte MB Başkanı kim olursa olsun faizi yüksek oranda artırmaya mecbur kalacaktır.       

Yüksek faizi aklı başında kimse savunamaz. Ancak ilaç görevi vardır. Örneğin kemoterapi yıpratıcı ve yan tesiri çok olan bir tedavi şeklidir ama mecbur kalınca başvurulur, eksikliğinde hasta kaybedilir. İşte geçen yıl bir defada yapılan 475 baz puanlık artış bu fasıldandı. Sonucunda MB Başkanı koltuğunu kaybetti. Şimdi ise tam tersinin yapılması oldukça şaşırtıcıdır.   

Peki istenen nedir?

‘Düşük faiz, yüksek kur’ ile ihracatı artırıp cari açığı kapatmak, böylece yüksek büyüme sağlamak…

Kulağa hoş gelse de; bu büyüme geniş halk kitleleri için ’yoksullaştıran büyüme’ olacak ve hatta ihracatçıyı da pek mutlu etmeyecektir. Zira yüzde 60 ithal girdi ile üretim yapan ihracatçının bir taraftan maliyeti yükselirken, diğer taraftan iyi hesap yapan yabancı alıcılar kur avantajının bir kısmından fedakarlık isteyeceklerdir. Nitekim “kur artarsa, ihracat artar” efsanesinin en azından bizim ülkemiz için o kadar geçerli olmadığını; son 4 senede sepet kur artış oranı (yüzde 130) ile ihracat artış oranı (yüzde 31) arasındaki büyük farka bakarak görmek mümkündür. (Kaynak: Dünya)   

Sonuçta; Asgari ücrete uzun yıllar sonra yüzde 50 artış yapılmıştır ama yine uzun yıllar boyunca da TL bu kadar savunmasız kalmamıştır. Milli paramız dünyada en çok değer kaybeden para haline gelmiştir.

Dün gece öğrendiğimiz “dövize endeksli TL mevduat hesabı” nın ne kadar ilgi göreceği şimdiden ölçülemez. Net olan; kur yüzde 35 arttıysa, TL mevduat faizi de yüzde 15 ise, 20 puanlık farkın Hazine tarafından bankalara, onların da mevduat sahibine ödeyecekleridir. Evet bu bir ‘örtülü faiz artırımı’dır ve bunun için kurlar rekor seviyelerden geri dönmüştür.

Buraya kadarı parası olan gelir gruplarını ilgilendiriyor. Ancak Hazineye gelecek bu yükün alt gelir gruplarını daha fazla ilgilendireceğini de kabul etmek gerekiyor. Üstelik, 2 bin 825 TL’lik asgari ücretin bu yıl başında 381 dolar karşılığına denk geldiğini, 4 bin 250 TL’lik asgari ücretin ise şimdilik 327 dolar seviyesine indiğini belirtmeliyim. “Şimdilik” diyorum, zira ilk asgari ücretin ele geçeceği Şubat ayına kadar ki değişimi  öngöremiyoruz.     

Son 2 PPK toplantısı ardından (1 ayda), MB’nin 5 doğrudan müdahalesine karşılık kurlarda (dolar ve euro) yüzde 64 artış gerçekleşmişti. Dün geceki gelişmeye göre de artış oranı hâlâ yüzde 20'dir. Nelere sevindiğimizi görmek açısından önemsenmelidir.     

ABD Merkez Bankası (FED) yüksek enflasyonu kontrol altına almak üzere 2022 yılı için 3, 2023 yılı için 3 olmak üzere 6 defa faiz artışına işaret etmiştir.  

İngiltere, Rusya, Meksika merkez bankaları geçtiğimiz hafta faiz artırımına gittiler. Dış dünyada para politikalarında sıkılaştırma adımları atılmaya devam ediliyor. Bu yaşananlar, daha küçük enflasyon sorununun bile nasıl çözüleceğine dair ders niteliğindedir.    

Şimdiye kadar gıda perakendecileri açısından işlerin iyi gitmesi; “tüketicinin gırtlağından kesemeyeceği” varsayımına dayanıyordu.

Ancak maaş ve ücretler ne kadar artarsa artsın; TL kazananlar mal bulsalar da almak için satınalma güçleri yeterli olmayacaktır.  

Buğday başta olmak üzere tarımda net ithalatçı bir ülkeyiz. Kur arttıkça ilaç, gübre, mazot maliyetleri de artacak; tarımsal destekler düşük kaldığı için çiftçi ekmezse gıda darlığı ve yetersiz beslenme de ihtimal dahilinde  bulunacaktır. 

Gıda dışı temel ihtiyaç maddesi olan; selülozdan üretilen ve tamamen dolarla ithal edilen tuvalet kağıdı fiyatları 1 yılda neredeyse 2 kat arttı. Fiyat artışları aynı hızla devam ettiğinden, bundan sonra nüfusumuzun önemli bir kısmı bu ürünü kullanmakta zorlanacaktır. Bunun toplumu yakından ilgilendiren ve kolay geçiştirilemeyecek bir hijyen sorunu yaratacağını tarihe not olarak düşüyorum. 

Ekonominin kitabını yazan Milton Friedman, kendisine Nobel Ekonomi Ödülü verilen toplantıda yaptığı konuşmada, "Enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir olgu olmuştur" sözüyle parasal genişleme ile enflasyon arasındaki yakın ilişkiye vurgu yapmıştı. Yani, "yüksek faiz/ sıkı para politikası yöntemiyle enflasyonun düşeceği" şeklinde reçeteyi yazmıştır. Elbette sürekli uygulanamaz, kısa vadeli bir tedavi şeklidir. Ancak dış borçlar, üretmeden tüketmek, fizibilitesi yanlış yatırımlar, hayata geçirilemeyen yapısal reformlar gibi birçok dert kenarda beklerken bu tek ilaca da bel bağlanamaz. Yani bu kadar güven sorunu yaşanan bir ortamda bu yüklü hesabın altından kalkabilmenin çok da kolay olmadığını düşünüyorum.

Az kayıplı ve sağlıklı bir yıl dileğiyle...