Hep söyleriz ya; “Nerede o eski bayramlar? Her neslin çocuğu söyler bunu.
Dini ve milli bayramlar için ayırd etmeden söyleriz bu sözleri. Hele hele o eski 23 Nisanları hepimiz yaşlı genç özleriz. Çocuk sesleri kuş cıvıltılarına karışır, allı, yeşilli, kırmızılı halk oyunlarında yavrularımız Silifke’de keklik olur, Bolu’da ördek, Artvin’de kartal olur.
Bugün 23 Nisan. 29 Ekim'de resmen kurulan Türk Devletinin fiili kuruluş tarihi. Bolu’dayım. Her zamanki alışkanlığımla sokağa çıktım. Yollar, meydanlar, okullar dahası stadyumlar boş. Herhalde kutlamalar öğleden sonra yapılacak. Eve geldim kahvaltı yaptım. Kahvemi yudumlarken üst katlardan derinden gelen bir ses flüt ile “ İzmir’in dağlarında çiçekler açar”ı çalıyordu. Bitiriyor, tekrar çalıyor, bitiriyor yeniden çalıyordu. Melodi kesik kesik de değildi. Baştan sona hatasız, eksiksiz çalınıyordu.
Bayramı hissettim bu melodide. Bir bahar günü gezdiğim İzmir’in Pınarbaşı’sını, Pınarbaşı pınarlarının yaslandığı İzmir dağlarını hatırladım.
Hava güneşli. Hani ya dağ demişken biraz sonra çocuklarla gezmeye çıkacağız. Gölcük mü, Gölköy mü, Kartalkaya mı, Aladağ göleti mi? derken Hayrettin Tokadî hazretlerine gitmeye karar verdik. Müslüman-Türk şehirlerinin her birinin manevi kurucuları veya bekçileri vardır. Hayrettinn Tokadî bunlardan biri. 14. Yüzyılın son yarısı ile 15 yüzyılın ilk çeyreğinde yaşamış. Baş talebesi de Kastamonu’nun manevi mimarı Şaban-ı Veli hazretleri.
Bolu’ya yolu düşenlerin ziyaret etmesi gereken bir mekan. İstanbul yönünden Bolu’ya 10 km mesafede Elmalı köyü arazisi içinde ormanlık bir mevkide. Elmalı köyünü geçince Yumrukaya köyüne gelmeden E 5’den (şimdiki d-100)sola doğru sapıyorsunuz. Biz eskiler bir türlü alışamadık D-100 demeye. Otoban köprüsünün altından geçip tarla ve otlaklar arasından 2 km çıkıyorsunuz. Türbenin bulunduğu ormana gelmeden size sağda küçük bir çeşme “hoş geldiniz” diyor.
50 metre daha çıktığınızda sağlı sollu mütevazı satış mekanları görülüyor. Bunların arasında gelişigüzel yapılmış mekanın mütevazılığına inat büyük ve eğreti bir cafe binası göz zevkinizi bozuyor.
Sağ geride geniş, düzenli park alanı var. Sol tarafta parke döşeli yolun başında bir tak üzerinde Hayrettin Tokadi Hazretleri yazısı görülüyor. Takın altından geçtikten sonra solda ehl-i tarikatın şiarı “EDEB YÂ HÛ” yazılı.
Kutsal mekan sınırları içine girildiğini ihtar eden bir yazı. EDEB, tasavvuf terminolojisinde derviş olma şartı. Ahlak demek. Dinin özü ahlak. “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” diyen peygamberin ahlakı. Hz Aişe validemize peygamberimizin ahlakından sorulduğunda; “Siz Kur’an okumuyor musunuz? dedirten Allah’ın ahlakı.
HÛ, Allah’ı ifade eden “O” zamiri. Hani mezar taşlarımızda yazılı olan “Hüvel Baki” deki “İnsan ölümlüdür Ölümsüz olan, baki olan Allah’tır” manasındaki Hû.
Bu söz bugün “Burada günlük meşguliyetlerden, “Edeb Yâ Hû” dedirten siyaset gündeminden uzaklaşın,” diyordu; Müridlerini “edeb yâ hû” diye karşılaması gereken bir tarikatın Facebook sitesinde “pes doğrusu” dedirten siyaset ve hakaret içerikli paylaşımı bana bu yazıyı yazma ihtiyacı hissettirdi.
İçeri girdik. Yapraklandığında güneşi göstermeyen ağaçların arasında kıvrılan yoldan ilerledik. Yolun sağındaki orman içinden doğal akışıyla gelen su, köprüyü geçtikten sonra alt tarafta yapay oluklara sonra da havuza alınmış. Havuzdan sonra yapay çağlayanlar üzerinden şırıldayarak akıtılmakta.
Nefis de böyle değil mi? Kendi haline bırakırsan bulduğu aralıktan yol bulur, ilerler. Oysa kontrol edildiğinde yaradılışının hikmetini anlar, “nefs-i mutmainne” ye ulaşır.
Hayretttin Tokadi hazretlerinin türbesine geldik. Hazirede kendisinin türbesi ve tarikatı mensuplarının mezarları var.
Ziyaretçilerden ayakta duranlar dua etmekte, bir köşeye veya banka oturanlar kuran okumakta.
Hazirenin sağında büyücek bir mescidi ortada yıkanıp yeni konmuş temiz havluları bulunan Şadırvanı var. Bakımlı ve taharet malzemeleri konmuş tuvaletleri şadırvandan epey uzakta inşa edilmiş.
Üst kısımdaki aşevinde hayır yemeği veriliyor. Bugünkü menü mercimek çorbası, et yahni, pirinç pilavı ve hoşaftan ibaretti.
Tabii ki çay servisi de düşünülmüş. Demleme çayınızı kendiniz alıyor ister ortasına bir varilden yapma sobanın ısıttığı yemekhanede ister dışarıda tahta masalarda yemeğinizi yiyip çayınızı yudumluyorsunuz.
Betonlanmış zemini çevreleyen 10-12 metre yüksekliğinde tıraşlanmış ağaçlar şimdilik güneşe ihtiyacı olan misafirlerin ışığını ve ısısını kesmiyor. Aşevi girişi ile şadırvan arasında 7-8 metrekarelik bir mekanda lokma tatlısı pişiriliyor. cüz’i bir ücret bedelinde isteyene temiz kapalı kaplarda servis yapılıyor. Lokmalar da bana bugün İzmir’i hatırlattı. Ancak bu lokmalar iri fındık büyüklüğünde İzmir lokmasına benzemiyordu. Türbeyi sağımıza alarak Hayrettin Tokadi hazretlerinin önce huzurundan sonra mekanından ayrıldık.