Bizim yaş grubumuzda olanlar hatırlarlar “Devrimciler” ‘in 1967–1969 yılları arasında özellikle eğlence yerlerinin ve genelevlerin bulunduğu Beyoğlu’nda Amerika askerlerinin başlarından keplerini kapmak, üstlerine kırmızı boya atmak, üniformalarını jiletlemek ya da kıstırıp hırpalamakla başlayan anti emperyalist eylemleri askerlerin denize atılmasına kadar varmıştır.
Biz Ülkücüler de “Ne Amerika, Ne Rusya, Ne de Çin. Her şey Milliyetçi Türkiye İçin” sloganı ile ABD dâhil her türlü emperyalizme karşı olduğumuzu her fırsatta göstermişizdir.
80’li yılların son noktası olan 12 Eylül 1980 İhtilalı’nın ise ABD’den onay alınarak yapıldığı ve ihtilal haberinin ABD Başkanı’na opera seyrederken haber verildiği ise bugün herkesin bildiği bir durumdur.
Sayın Oktay SİNANOĞLU, adını hatırlayamadığım bir kitabında, ATATÜRK’ün vefatının üzerinden henüz 9 ay geçtiği 1939 yılında Türkiye’nin ABD ile yaptığı bir ticari anlaşmayı Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki kapitülasyonlara benzetir.
Siyasi tarihimizde bir Süleyman DEMİREL hükümetinin de, demir çelik fabrikasının o zamanlarda SSCB’ye “Anahtar Teslimi” yaptırılması nedeniyle, ABD’nin müdahalesi ile yıkıldığı da önemli iddialardan biridir.
Yukarıdaki örnekleri her türlü sahada çoğaltmak mümkündür.
Ancak son 12 yıldaki AKP döneminde ABD’ye bakış açısı ve ilişkiler çok farklılaşmıştır. Gerek devlet erkanı gerekse bu dönemde kurulan AKP hükümetleri ABD ile girdikleri münasebetlerde “Kraldan Çok Kralcı” davranmakta bir beis görmedikleri gibi, parti tabanları, kendilerini destekleyen STK’lar da aynı yönde davranmaktadır.
Son 12 yılda ABD ile yürütülen ilişkilerden bazı örnekleri de hatırlatmakta fayda var!
Başbakan ERDOĞAN, henüz Milletvekili olmadan önce AKP Genel Başkanı iken ABD Başkanı BUSH tarafından kabul edilmiştir. Bu esnada Abdullah GÜL Başbakandır. Bu uygulama Türkiye ABD ilişkilerinde bir ilktir. Buna sevinmek ya da temkinli davranmak hadiseye nasıl bakıldığına göre değişecektir.
ABD Irak’a Türkiye üzerinden müdahale kararı aldığında, AKP Hükümeti, Başbakan meşhur “1 Mart Tezkeresi “ ‘nin TBMM’den geçmesi için büyük gayret göstermiş ancak TBMM sürpriz bir şekilde tezkereyi red etmiştir. Gizli oturum tutanakları 10 yıllık süre sonunda yayımlanabilir olmasına rağmen CHP’nin bu konudaki talebi AKP oyları ile kabul edilmemiştir.
Türkiye bu tezkere reddinin bedelini Türk Askeri’nin Süleymaniye’de başına “Çuval” geçirilerek ödemiştir. Ancak bu “Çuval” olayı ne AKP hükümetini ne de o zaman ki Genelkurmay Başkanı Hilmi ÖZKÖK’ü rahatsız etmemiştir.
Bu olaydan sonra Türkiye’nin ABD’ye “Nota “ verilmesi gerektiği ifade edildiğinde Başbakan “…ne notası, müzik notası mı bu “ demiş ve “… Kuzey Irak’da cereyan eden “Talihsiz “ olayın kamuoyundaki tepkilerini bildiklerini, ifade ederek “olayın diplomatik bir nezaket ile aşıldığını” belirtmiştir.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi ÖZKÖK ise “ …ben ABD’lilerin çuval olayını bizi bu kadar rencide edeceğini bildiklerini de zannetmiyorum. Çünkü onlar için bu normal. Göz bağlamak yerine tamamen pratik bir çözüm” diyebilmiştir.
AKP iktidarları döneminde en az üç dört defa “Kuzey Irak Peşmergeleri-Türkiye-ABD” arasında Kuzey Irak’da üstlenmiş olan pkk teröristleri ile mücadele için güya “Üçlü İnisiyatif” çalışmaları yapılmıştır. Her biri büyük bir hüsranla sonuçlanmıştır. Bu çalışmaların içinde Türk Hükümetini temsilen bulunan Emekli Orgeneral Emin BAŞER’in daha sonra o dönemle ilgili yaptığı açıklamalar Türk kamuoyunun hafızlarındadır.
AKP döneminin ABD ile ilişkilerini ortaya koymak için yüzlerce örnek göstermek mümkün ancak yazımın bu kısmını Başbakan ERDOĞAN üzerinden birkaç hatırlatma yaparak tamamlamak istiyorum.
Başbakan ABD’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika üzerinde yürüttüğü “Büyük Ortadoğu Projesi” ‘nin “Eş Başkanı” olduğunu hiçbir tevile gerek kalmadan ifade etmektedir.
ABD’nin Irak’ı işgali süresince yaklaşık 1.500.000 Müslüman Iraklının katledilmesi işkenceye uğraması, kadınlarının tecavüze uğraması, ABD askerlerinin birçok tarihi eseri yok etmesi, camilerde basketbol potası kurması, postalları ile dolaşmaları gibi olaylar dünya kamuoyunun gözü önünde olurken Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı R.Tayyip ERDOĞAN bir yılbaşı öncesi verdiği demeçte “…ABD’li kadın ve erkek askerlerin ülkelerine sağ salim dönmeleri için dua ediyorum” demiştir.
Keza aynı Başbakan ERDOĞAN, ABD ve diğer batılı ülkelerin NATO üzerinden Libya’ya müdahale etme hazırlıkları esnasında “…yahu NATO’nun Libya’da ne işi var” dedikten bir hafta sonra NATO kuvvetlerine iki adet kruvazör savaş gemisi göndermiştir.
Yukarıda yakın siyasi tarihimizde yaşanan bazı olayları da hatırlatarak Türkiye-ABD ilişkilerinin daha çok devlet yöneticileri seviyesinde yürütülen kısmından bahsetmeye çalıştık.
Ancak bence esas sorgulanması gerekenin başta Türkiye olmak üzere Irak, Libya ,Suriye Tunus v.b ülkelerin halklarının ABD’nin BOP çerçevesinde yürüttüğü işgal planına karşı davranışları,algıları,tepkileridir.
Yazımın bu kısmında devlet yöneticilerinin değil ülke vatandaşlarının durumlarını analiz etmeye çalışacağım.
Türkiye’den başlayacak olursak, şunu söyleyebiliriz. Türk Milleti genel anlamda 90 yıllık Türkiye Cumhuriyeti süresince ABD’yi bir dost, müttefik olarak algılamıştır. Buna CHP’nin tek parti dönemi ile Adnan MENDERES’in DP dönemi de dâhildir.
Türkiye’de ABD’ye net karşı olan üç siyasi hareket vardır.Bunlardan biri Türk Milliyetçileri/Ülkücüler, diğeri de klasik tabirle ifade edersek “Aşırı Sol” partiler ve siyasal hareketlerdir.Bir de Bülent ECEVİT’dir.
Şöyle ki Türk Milliyetçiliği’nin lideri Alparslan TÜRKEŞ 1960 ihtilal inin “Kudretli Albayı” olarak Başbakanlık binasında ayaklarını masaya uzatarak oturan CİA mensuplarını oradan çıkartmış ancak bundan sonra da 14 arkadaşı ile birlikte devre dışı bırakılarak Hindistan’a “Askeri Ateşe” kılıfı ile sürgüne gönderilmiştir.
Türk Milliyetçileri/Ülkücüler olarak biz de ABD dâhil her türlü emperyalizme karşı mücadelemizi, fikri ve fiili anlamda bugüne kadar sürdürmüşüzdür.
“Aşırı Sol” diye ifade ettiğimiz siyasi hareketin de genel yapısı itibariyle ABD’ye karşı olması da bilinen bir gerçektir.
Bülent ECEVİT ise Türk siyasi tarihinde zamanla “Su işleyenin, toprak kullanandır” noktasından, önce 1974 Kıbrıs Barış harekâtında ABD’ye rest çeken, en sonunda da DSP-MHP-ANAP Koalisyon Hükümetinin Başbakanı sıfatı ile ABD’nin Irak’a Türkiye toprakları üzerinden girişini red eden siyasetçi noktasına gelmiştir.
Türkiye’nin son 12 yılında ise Türk Milleti içinde, ABD’yi dost, müttefik görmenin ötesinde iç içe olmaktan rahatsız olmayan ciddi bir kitle oluşmuş görünmektedir. Bu kitle kendilerine “ABD Uşağı/Yandaşı” denilmesinden rahatsız olmamaktadır.
Mısır’daki darbeden dolayı ABD’ye tepki gösteren bu kitle, Suriye’de ABD’yi kurtarıcı görüp destekleyebilmektedir.
Aynı şekilde Mısır’da Suud Kralına karşı iken, aynı kişi ile Suriye’de ittifak içinde olunmasını sesizce seyredebilmektedir.
Bugünlerde bir nevi “dönüşmüş” olan bu kitle, bu çelişkiler içinde “R4BİA” (Dördüncü) anlamının sembolü olan dört parmak işaretini gerçek anlamını hiç sorgulamadan kullanmaktadır!
Aynı davranışı Irak, Libya, Tunus, Suriye’deki halkın da küçümsenmeyecek bir kısmı da göstermektedir. Libyalı vatandaşlar Cuma namazı kılarken kadınlarla erkeklerin arasına ABD Bayrağını paravan olarak gerecek kadar ileri gidebilmektedir.
Bunun örnekleri o kadar çoktur ki başlı başına bir başka yazı konusu edilebilir.
Türkiye’nin de içinde bulunduğu coğrafya’da yer alan Müslüman ülkelerin vatandaşları halkları bu çelişkili durumdan muhakkak kurtulmalı, kurtarılmalıdır.
ABD’nin başını çektiği, AB ve İsrail’in de ana aktör olarak yer aldığı bu “İşgal Koalisyonu” bu ülkelerde bulunan yerli işbirlikçileri sayesinde mevcudiyetlerini daha rahat sürdürebilmektedir.
Türkiye’yi ve bu coğrafyadaki diğer ülkeleri yönetmeye talip olan ve kendilerinin “Milli/İslami” olduklarını iddia edenler! Vatandaşlarını “Gayri Milli/Gayri İslami” kıskaçtan kurtarmak için ellerini çabuk tutmalıdırlar!