Bostaniçi İlkokulu'ndaki çalışmalarımız keyifli hale gelmiş,tüm beldede vatandaş, öğretmen ve okul üçgeni sağlıklı bir işleyiş kazanmıştı. Bu arada kısa dönem askerlik emrim Burdur iline çıkmıştı. Zamanın Müdürü beni çağırmış “Çalışmaların çok güzel, zaten karar da çıktı.Sen askerliğini bir yıl ertelet.” deyince, ben de dünden razıydım ertelettim
Rahmetli muhtarımız; Kültürlü bir toplum adamı, babamın arkadaşı, oğlu Ali okul arkadaşım, kızı Aslı öğrencimizdi. Tanınmış, nezaketli bir kişilikti. Arada bir okula uğrar, evine veya kebapçı Halil amcaya davet ederdi. Yine davetlerinden birinde, samimi ve birazda rica gibi; ”Müdür bey biliyorsun yakın zamanda referandum var.”
“Biliyorum” dedim “Hacı amca.”
"Biliyorum, bizim köyden ve okuldan hayatta KIRMIZI oy çıkmaz. Başefendi köyde bir kişi var dedi. Belki o da vermez.” diyerek, kendisine söylenenleri bizler zarar görmeyelim diye samimi bir şekilde bana anlatmaya çalıştı.
Biz okuma-yazma kurslarımıza, çalışmalarımıza, yatılılık sınavlarının hazırlıklarına, spor ve folklor kurslarına düzgün şekilde devam ediyoruz. Gel zaman, git zaman üç sandık başkanı, diğer öğretmenlerimiz üye olmak üzere hepimize görev verildi. Soğuk bir Sonbahar, 1982 Kasım ayının yedisinde sabahın ayazında sandıklarımızın başına geçtik.
Bin 200 seçmeni bulunan üç sandıkta hemen hemen tüm seçmenler GİZLİ yerde kırmızı-beyaz oylamaya katılmışlardı. Saat 16.00’da sandıklar açıldı, sayımlar yapıldı. Benim sandık ve diğer iki sandıktan çıkan 7 (yedi) adet kırmızı (hem de 12 Eylül Anayasasına RED) pusula okulda ve köyde büyük bir sessizlik doğurmuştu. İlgilenenler ile başefendi püfleyerek ortalıkta dolaşıyorken, seçim arabası gelir gelmez bindik ve İl Seçim Merkezine vardık. Seçim aracıyla giderken rahmetli muhtarımın bana masum bakışı ile başefendinin sert bakışlarını hiç unutmam. Sabahlara kadar torbalarımızı teslim etmeyi beklerken, köylerin çoğundan hiç “RED” çıkmamış, mahallelerden çıkmış. Red çıkan köylerin işi zormuş. Referandum efsaneleri yapılmaya başlandı.
Derken Anayasa yüzde 91-92 civarında “EVET” oyu kabul edildi. TRT ve Radyoda teşekkür konuşmaları yapıldı, demokrasiye geçeceğimiz söylendi. İlleri gezdiler, alkışlandılar ve yüzde 92 mutlu vatandaş gül gibi geçinmeye başladık. Hem askerliğin ertelenecek, hem yeni evlisin, hem müdür olacaksın ve hem de bin 200 kişinin içinden bir kişi RED derken, okulun içinden altı RED çıkacak he. Oradan, buradan ringsiz rauntlar başlamıştı. Derken 83 yılının Temmuz kısa dönemi ile bu defa Tokat’ın yolunu tuttuk. İki bayram tatili,12 gün erken terhis derken 97 gün askerlik yaptık çok şükür. Askerliği sevmiştim ben. Çok kıymetli arkadaşlarım olmuştu.
”Öğretmenler üç adım öne” dendiğinde, dört adım öne çıktık; Un taşıdık, karpuz attık, et kestik, çamaşır serdik, en son üç adım çıkışımda 1,5 ay Ali okuttum. Çok keyifli tuvalet ve su deposu nöbeti tuttum. Hatta su deposu nöbetimde, kanalın içinde sırt üstü uzanmış, G3 (çalışmayan) tüfeğimi başımın altına bırakmış güneşin doğuşunu izlerken; gıcıklığına bacaklarımın üzerinden geçerek vanayı açmaya giden 2'nci bölük çaycısı ile hiç muhatap olmayayım diyerek, sesimi çıkarmadım. Ayazda yerimden hopladım. Asker sen vanayı açarken kır, su göklere kuşak çizsin. Koşarak yanına gittim. ”Sen ne yaptın?” dememle “Mes vılen, dört aylık çaylak” dediğini hatırlıyorum. 3'üncü bölük mıntıka temizliğine gelen çavuş ve arkadaşlar elimden aldıklarında, çocuğun haline üzülmüştüm. Nöbet namus demek. Sabah kahvaltısına indik, çay sırası beklerken komutan içeri girdi ve “dikkat” çekilince esas duruşa geçtik. Kalbim güm güm güm atarken “Bahri Yıldızbaş” sesini duyunca, bölük komutanın yanına kısık bir sesle (Komutanımız Necati Civan çok mert bir insandı) “Van Emret Konutanım” dedim.
“Su deposunun vanasını kim kırdı?”
“İkinci bölük çaycısı komutanım.”
Komutan; ”Çaycı Sait askere bir demlik çay” dediği günü hayatım boyunca unutmam. "İşte lider böyle olmalı" dedik hepimiz. General tabura gelecekti. Necati Civan mahcup olmasın diye tüm bölük “İstiklal Marşı ve Gençliğe Hitabe"yi ezberlemişti. Günler sonra İsmail Hakkı Karadayı yemekhaneden içeri girdi, bastonunu burnumun ucuna dokundurarak “Asker; Gençliğe Hitabe’yi oku.” Öyle bir gür sesle okudum ki; yemekhanenin camları sallandı. Tabur ziyaretinden sonra bir demlik çay daha ısmarlanmıştı şahsıma. Tabii çayları arkadaşlarla içiyorduk. Hatta ikinci de bana kalmamıştı.
11 Kasım sabahı yemekhaneye indiğimizde; 12 gün erken terhis olacağımızı ve 30 Kasım yerine 17 Kasım akşamı bölükten terhis edileceğimizi, teskerelerimizi şubelerden alacağımız söylendiğinde çok sevinmiştik. Hemen hemen herkes ankesörlü telefona koşunca kuyruklar oluştu, sıra bana geldi. Şehir kodu ile numarayı çevirdiğimde, sabah işe gitmek için uyanan eşim uykulu uykulu “Efendim” dediğinde “Hayatım erken terhis verdiler, 18 Kasım’da Van’da olurum.” Uykulu hali, içten samimi itirafı “Bahriciğim gelmene gerek yok, seni Samsun’a sürgün etmişler. İstersen git görev yerini gör öyle gel.”
Karşılıklı sustuk... Sıradakiler “Hadi be kardeşim, mektup mu yazıyorsun?” deyince, ahizeyi kapattım ve bir tane yaktım. Dumanı içime öyle bir çektim ki; bir kısmı burnumdan, bir kısmı kulaklarımdan, bir kısmı yüzümdeki deriden ve bir kısmı ağzımdan üfleyerek çıktığında; akıllı bir telefon olsaydı, güneşin dört farklı bölgede buluşan dumanının resmini çekebilirdim.
Dünya güzelim, bir tanecik tatlı kızım Diloşummmmm 18 Mart 1983 tarihinde dünyaya gelmiş, 3-4 aylık iken askere gitmişim, 2-3 ay sonra izine geldiğim zaman kızım 6 aylık olmuş, beni tanımıyor. Rahmetli babamın yanında çok sevemediğim için Eylül ayındaki bayram izininden dönerken, sabah annesinin kucağından alıp öpeyim derken bana “tu” diyerek tepki gösterdiğinden o üzüntüyle izinden dönmüşüm. Özlemim anlatılamaz.
Sen misin 7 Kasım’da 7 KIRMIZI atanı bilmeyen, sen 17 Kasım’da bir SARI ile Samsun’a gitsen. Gideyim, gitmesine de. Döküntüleri ve beyaz oyların 12 Eylül’ü nereye gidecekti?
O zamanın bakanına gazeteci sormuştu “Sürgünler ve rotasyonu niye yapıyorsunuz?” Kocaman Ülkemin bakanı “İç turizmi canlandırıyoruz” demişti.
İyi ki Samsun’a gittim, iyi ki Samsun’da öğretmenlik yaptım, iyi ki Karadeniz'i ve Karadeniz insanını tanıdım. Ben öğretmenim. Gidemeyeceğim yer olmaz. Alıştık ki iç turizmi sürekli yaşamaya başladık. Ancak üç yıl aile bütünlüğüme yazık oldu.
Samsun’u, Samsun’dakileri, Karadeniz’i ve Karadeniz’in 1.Lig'deki takımlarının futbol resitalini seyrettim. Cennet bahçelerini ve dağlarını gezdim. Dosluklar edindim. Dolu dolu yaşadım. Anlatacağummmm.
Günümüz aydınlık olsun Türkiye’m...