Açılış heyecanı ve Sazalan yaylası(2)…
Devam...
Bu gün açılış olacak ve devamında getirdiğimiz tablolar sergilenecek.
Önce meydandaki Atatürk heykeline çiçek koyduk ve genel başkan Şükran Üst bir konuşma yaptı.
Bu yıl festival temamız “Doğadan sanata” olduğundan çevreye ve kirliliğe dikkat çekmek istiyoruz. Atık malzemelerden hepimiz giysi, çanta, şapka, etek yaptık. Filiz Eren çuvaldan diktiği hoş bir elbisenin üzerine kutu kola kapaklarından kolye, spiral şeklinde kestiği pet şişelerden aksesuar , rüzgar gülünden ise şapka kondurmuştu kafasına. Şükran kargo paket naylonu ile kapladığı şapkanın üzerine poşetlerden renkli güller yapıştırmıştı. Pek şıktı doğrusu...
Tonya halk oyunları grubu kemençe eşliğinde horon tepti. Bir dede dayanamadı aralarına girmek istiyor. E onlar grup, düğünde oynamıyorlar ki! Elbet almadılar. Dedemin kanı kaynıyor…yerinde duramıyor…ısrarlı…neyse ikinci oyunun sonunda gelen yabancı konukları da aralarına alarak yaklaşık yüz kişi horon teptik de dedem de muradına erdi…
Yöre insanını çok seviyorum. Fıkra gibi olaylara çok gülüyorum. Suna’cım (Yılmaz Erdoğan) bir belgeselde izlemiş, anlattı. Bundan otuz kırk yıl öncesi dağ köylerinde oturanlar sis basınca deniz yükseldi sanırlarmış. Bir gün bir tekne yapmışlar. Sis olunca tekneye doluşmuşlar. Denize indirmek için itmişler ve uçurumdan yuvarlanmışlar. Otuz dokuz kişi ölmüş. Bir kişi kurtulmuş. O da bunu anlatan kişinin dayısı imiş. Dinleyen belgeselci “Geçmiş olsun, acı bir olay.” deyince “Ucuz atlattuk uşağum…” demiş. Dayısı kurtuldu ya!..
Sonra Hamamızade’de sergi açılışımız oldu. Acıkmıştık. Kokteylde becerikli hanımların yaptığı hamsi köftesi, serçe parmak büyüklüğündeki yaprak sarma, mercimek köftesi ve çeşitli kurabiyeleri iştahla mideye indirdik.
Yorgun ama mutlu otelde akşam yemeğimizi yedik…
3 Temmuz 2012…Bu gün Tonya’ya Sazalan Yaylası’na gideceğiz, doğada resim çalışacağız. Ben resim malzemesi getirmemiştim. Bizim Rus kızları boş buldukları her dakikada resim çalışırlarken görünce utandım, imrendim. Hemen b ir kırtasiyeciden malzemelerimi aldım.
Geçen yıl tanıştığım Tonya Belediye Başkanı Ahmet Kurt ve sıcakkanlı eşi Nuriye hanım bizi karşıladılar. Vakfıkebir’den girip yollandık yaylaya... Tırmanırken yeşilin her tonu bize göz kırptı. Yöreye uygun ahşap evler şipşirin gülümserken, uygun olmayan betonarme binalar sırıtıyor, sanki “Ben buraya ait değilim.” diyordu. Her yerden şırıl şırıl akan mini şelaleleri gören Suna ile Sabik (Heykeltraş Sebahat Yıldırım) adeta çıldırdı. “Bak bak…burada da akıyor… sen asıl şuna bak… nasıl güzel…” E elbet çıldırırlar, onlar buraya ilk geliyorlar…
Bol bol Temel Fadime fıkraları anlattık…bol bol güldük…birini anlatıyım size kısa olanından…
“Azrail Temel’in canını almaya gelince Temel süre istemiş. Süre sonunda Fadime’ye “Beni bebek gibi sar, köşeye yatır da Azrail tanıyamasın.” demiş. Fadime Temel’in dediğini yapmış sarmış, sarmalamış kundak gibi… ağzına da bir emzik vermiş, köşeye yatırmış. Azrail gelmiş…sağa bakmış Temel yok!.. Sola bakmış Temel yok!.. Divanda yatan kundaklının yanına gidince Temel “Ingaaaaa..” demiş. Azrail de “Attaaaa…attaaaaa…” demiş….”
Sazalan Yaylası’na geldik. Başkan Ahmet bey bizi bilgilendirdi.
Burada yaylaya çıkma adabı varmış. Hanımlar en güzel kıyafetlerini bayramlarda değil bu günlerde giyerlermiş. İnekleri de boncuklarla ponponlarla süslerlermiş ve yola koyulurlarmış. Belli konaklama yerleri varmış. Göç grupları toplanır, yemeklerini paylaşırlarmış. Sonra obaya gelinir göçerler toplanır, muhtarlar konuşma yaparlarmış. Daha sonra ise bütün köyler birlikte obaya girerlermiş. Bu davranış yaylanın bütün nimetlerinden ortak faydalanmayı temsil edermiş.
Birbirini seven gençler varsa karşılıklı Türkü söylerlermiş. Eğer demek istedikleri varsa Türkü arasında derlermiş. Kız zılgıt gibi ünlermiş yani haylana yaparmış. Ona “Oğlanı görünce hayladı” derlermiş. Oğlan da ona karşı ya bağırır ya da silah atarmış… Yani benim anladığım bu bir karşılıklı cilveleşme…
Bir Faik Elvan’ları varmış. Kızın birini karşılıksız sevmiş. “Cördim oni, şerefine ayaklarının dibine bir şarjör mermi boşalttım… Daha benle konişmayi…” demiş. E elbet konuşmaz. Korkudan ölmüştür garibim…
Bir de “Yazmasına daldı” tabiri varmış ki onda da oğlan sevdiği kızın yazmasını başından kaparmış. Daha kimse o kızı almazmış. Demek ki burada kızlar yazmalarına iyi sahip çıkacaklar ki gönlünün düşmediği biri kapamasın…
İlginç bir alet gördük sorduğumuzda Başkan Ahmet Kurt “Bunun adı fonomen tuzağıdır. Ağaçların kabuklarının altına girerek özsuyunu emen ve kurumasına yol açan bir çeşit böcek vardır. Aletin içine bu böceklerin dişisinin yaydığı kokudan koyarız. Aşk iksiri gibi yani…kokuyu duyan hoparlör gibi aletin içine girer yapışır kalır çıkamaz.” dedi. Ekosistem bir mücadele. Ama ava giderken avlanan erkek böceklere acıdım…
Biliyor musunuz Tonya tereyağı dünyaca ünlü. Burada doğal ortamda otlayan ineklerin sütünden yapılıyor. Sapsarı rengi, mis gibi kokusu ile müthiş bir lezzet… geçen yıl almıştım da bitecek diye korka korka kullanmıştım. Ahmet başkana söyledim, kooperatifin satış yerine getirdi. Üç kilo aldım kargo ile yolladılar. Bitince gene isteyeceğim…
Fatma Uzunoğlu Tonya Belediyesi’nde görevli. Hoş bir Karadeniz kadını. Pek çok hikayeyi yöre ağzı ile anlattı… bayıldım…
Yaylanın temiz havası, bol oksijeni bizim kızları sarhoş etti. Hepsi kendi dillerinde şarkılar söylediler. Oyunlar oynadılar. Hep birlikte horon teptik. Bol bol resimler yaptık…
Ahmet başkanın eşi Nuriye hanım yeni yaptıkları evlerine davet etti. Eşim Hikmet’i razı edebilirsem onunla da geleceğim buralara yeniden… O da görsün diye özeniyorum… Onsuz içime sinmiyor…
Biz dönüşte aşağı inerken yaylayı yavaş yavaş sis kaplıyordu. Fırtına deresinde çocuklar alabalık avlıyorlardı. Tuttukları doğal balıkları inceledik. Üzerlerinde kırmızı benekler vardı...
Bu güzellikleri içime hapsetmek, belleğime nakşetmek istiyorum… Buralara HES kurarlarsa yok olacak diye korkuyorum…
Devam edecek...
Hülya Sezgin /Kültür sanat bölüm yönetmeni
www.haberhurriyeti.com