Ah dünya!

Bahri YILDIZBAŞ

Yaşadığımız, yeşerdiğimiz, soluklandığımız, taşına, toprağına, suyuna muhtaç olduğumuz, kutsal yaşam alanımız “Dünya ile İNSAN.”

Soruların cevabını veremeyen,

Ünlemlerin her türlüsünü yapan,

Noktaları kağıtlara sığdıramayan,

Yeni binlerce soru işaretlerinin zavallısıyız.

Hala dünyadan şikayetçiyiz. yanımızdakilere, soframızdakilere, dost dediklerimize, elini öptüklerimize, çocuklarımız için kendini siper edenlere, sağlıkçılarımıza, öğretmenlerimize, doğamıza, hayvanlarımıza, gen kaynaklarımıza, hatta övdüklerimize; zalimlik, hainlik, kalleşlik yaparken bile, “Bu nasıl DÜNYA!” diyebiliyoruz.

O’na karşı; rsızlığımızı, onursuzluğumuzu, nankörlüğümüzü ve unutkanlıklarımızı dünyaya yüklemeye çalışıyoruz.
“Kaburgasızlık meslek olduysa, başımıza dünya düşse azdır.”

Ne koronadan ders aldık, ne pandemiyi anladık, ne virüs, ne de COVİT umurumuzda değil. Deprem döktü, yıktı, dağıttı. Üç gün; Görsel ve sosyal medya, deprem bölgesi ve hastanelerde gösteri yaptık, tiyatro çevirdik ve oradakileri unuttuk. Hintli bilim adamı; “İnsan ve insanoğlunun tümü dünyadan göçerse, dünyanın ömrü 1 milyon yıl uzar. Tırtıl ve böcekler dünyayı terk ederse, dünyanın 17 yıl ömrü kalır.” diyor. Kendimizi ne zannediyoruz be. Her yaptığımız yanımıza kar kalıyor. Hesap sormak yok, hesap soran yok. Sorgulamak nedir bilmiyoruz, hep yargılıyoruz. Sosyal medyada, kahvede, sokakta, mahallede herkes bir Malkoçoğlu. İnsanların ve bizden olmayanların; inançlarına, düşüncelerine, cinsiyetlerine, ırklarına, soylarına, dillerine, dinlerine onlarca hakaret, küfür ediyoruz. Konu; hak, hukuk, adalet, eğitim, hayat şartları ve merhametsizliğe gelince. Sönmüş, yanmamış dağ gibi fıs ediyoruz. 

Pahalılık varmış, zam olmuş, döviz uçmuş, altın kaçmış, borsa düşmüş bizene. Şimdi de yeni bir iş bulduk; sigara neden yasak, nasıl yasak, niye içmeyeceğiz, olmaz ki, fattara fittora. Stokluyoruz, zamlandırıyoruz, karaborsa yapıyoruz. Sahte alkol üretiyoruz. Dövize gelen üç kuruşluk artışı bahane ederek, malımıza beş lira zam yapıyoruz. Döviz fiyatları düşünce, o zamlara devam. “Ne akıllı yaratmış, seni yaradan.” Yaradan bir de, diğer hayvanlara nazaran, koyunu, eşeği ve hindiyi akıllı yaratmış. Aslında akıllı; etliye, sütlüye karışmayan efendi anlamındadır. Toplumumuz, akıllıyı zeki insan ile karıştırır. Birinin çiftesi, birinin kafası, birinin de gulu gulusu gelinceye kadardır efendilikleri. Allah; hayvanlara vereceği düşünme yetisini, insanları aptal gibi gören, kendisini akıllı zannedip, kurnaz ve ahlak yoksunu olanları yaratmış. Anlaşılmıştır galiba. Liberalizmi liboşizm, serbest ticaret borsasını, serbest vatandaş soyma piyasası yaptık. Krizi fırsata çevirmek yerine, vatandaşı kerize çevirmeyi seviyoruz. AB’deki serbest piyasa ekonomisinde; vergi veren bilgili esnaf, denetim ve ahlak var. Bizdeki denetim ve AHLAK yoksunluğu, tüketiciyi ahmak ve yontulacak kaz olarak görmektedir. Bu davranış, resmen terbiyesizliktir. “Hacı olmak İçin illa gerekmez Mekke, insanların hakkını yemeden gönüllere yerleşmişsen, orası zaten tekke.” 

Talan, yalan, yakan, yıkan, atan, tutan, hakaret, iftira, merhametsizlik, vicdansızlık, umursamazlık, vurdumduymazlık, saygısızlık ve sevgi yoksunluğu ile binmişiz kendi nefis atımıza, adını şeytan atı, yaptığımız kötülükler ve zalimliklerin adını da günah koymuşuz. Kendimize göre de, görmediğimiz bir şeytan bulmuşuz, hepsini ona yaptırıyor ve rahatlıyoruz. Ardından da 7,5 milyar insanın derdini ve kahrını çeken bu güzel dünyaya, bir sürü laf ediyoruz. 

Dile geliyor, konuşuyor, yıkıyor, öldürüyor. Üzerimize almıyoruz ve “Allah’tandır” deyip, işin içinden çıkıyoruz. 
İşte böyledir, bizim gerçeklerimiz...

Cennete gitmek için uğraşırken, nefsimiz ve hırslarımıza yenilerek, cehenneme gitme yarışına girmişiz.